Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Güzellik Bulaşıcıdır: Sevgi ve Şefkatle Gelen Yeni Bir Dünya

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Güzellik Bulaşıcıdır: Sevgi ve Şefkatle Gelen Yeni Bir Dünya

on Ağu 02 2025
Önlemlerinizi alın, bir salgın haline gelme tehlikesi var. Türkiye’de bir köy pazarında, insanların birbirine gülümseyerek sevgi dolu selamlaşma yolu ile başlayan bu sevgi dili durumu, kişiden kişiye hızlı bulaşı yoluyla yayılmakta. Bu hastalığa yakalanan kişiler doğadaki her yaratılmışın içindeki güzeli gördüklerini söylemekte. Her insanın güzel bir özelliği olduğunu iddia ederek, onlara öz şefkat ve merhamet hissederek, mutluluk dolu bir sevgi ile ruhlarını kutsarcasına selam verme isteği duyduklarını söylemekteler. Hatta birçok kışkırtma, müdahale ve sövmeye dahi farkındalık ve ruhsal gelişim yaklaşımıyla, sevgi ile esnek davranan bu insanlar toplumun huzursuzluk düzenini bozmakta. Sahip olduğumuz, ayrımcı ve yapay güzellik kavramlarının değişme ve tek tip robot insan oluşumunun sekteye uğrama riski var! Her yaş insanın bu risk grubuna girdiği iddia edilmekte. Bu kişilerin oyalanmayı, ertelenmeyi, kızmayı, yargılamayı, sevmediği işlerde çalışmayı bırakarak, hayatlarının değerlerinin farkına varmaya başladığı söyleniyor. Özellikle bir kurban “Neredeysem oradayım ve sadece şu anın hakkını vermek için yaşıyorum, her gün hayatımın son günü gibi.' diyerek ipe sapa gelmez mikroplar saçmakta. Kendinizi korumak için kalın siyah gözlük, eldiven ve maske takmanızın yanında bu kişilerin yüzlerine ve özellikle de gözlerine bakmamanız gerekiyor. Size sıcak bir gülümseme ile kalbinizin derinliklerine kadar işleyebilen, hayat amacınıza ve kişisel gelişiminize fayda sağlayan Güzellik Tohumları serpebilirler. Uzmanlar her şeyin içinde güzelliği görerek birbirini sevenlerin çoğalması halinde dünyada büyük istikrarsızlığın oluşabileceğini, korkutularak topluma yön verilememesi sonucu iş gücü kayıpları yaşanabileceği ve büyük kaoslar çıkabileceğini duyurdu. Küresel şirketler bu virüslere maruz kalan güzellikzedeler için sınırların kapatılmasını ve sosyal medyanın sınırlanmasını önerdi. Bazı komplo teorisyenleri de uçaklardan ve dronlardan atılan umut, mutluluk ve Güzellik Tohumlarının kişilerin beyinlerindeki geleneksel düzen blokajlarını açma maksatlı olduğunu düşünüyor. Konunun eski manevi öğreti, felsefe ve dinler ile bağlantısı olduğu da araştırılıyor. Çok uzaklardan birbirine dua, iletişim, sohbet hatta yazı yolu ile bulaşabilmesi de büyük sorun teşkil etmekte. Evinizde önlem almak için, kulaklarınızı güzellik tohumlarını taşıyanlara kapatın. Bol bol savaş haberlerini dinleyip, savaş görüntüleri izleyin! İnsanın kötü taraftarını görmeye ve insanlığın ne kadar vahşi olduğuna odaklanın. Kaşlarınızı çatarak, birbirinize kızgın bakarak kendinizi koruyun. Kalbinizi titreten, manevi mesaj, yazı ve kitaplardan uzak durun. “Ben biliyorum, hep ben ve benim dediğim doğrudur.” demeye devam edin.  Birçok kurum konu ile ilgili aşı ve çip geliştirmeye başladı. Bir iki güne hazır olacağı söyleniyor. Bu uyarıları, dikkate almayanlar matrixten çıkabilir, düzeni ve hayatının düzenini değiştirmek zorunda kalabilir, yalnızlaşabilir, dayatma kurallar ve baskıların ciddiyetini anlayamayacak hale gelebilir. Aciliyetle, sizleri ve tüm yetkilileri konu ile ilgili önlem almaya çağırıyoruz! Aksi takdirde alıştığımız ve bildiğimiz dünya bambaşka yerlere gidebilir!   Sevgilerimle… Kaynak: https://www.unalguner.com/d/41809/guzellik-bulasicidir-sevgi-ve-sefkatle-gelen-yeni-bir-dunya
Zihnin Kimden Yana? Meditasyon ve Tefekkürle Huzura Ulaşma

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Zihnin Kimden Yana? Meditasyon ve Tefekkürle Huzura Ulaşma

on Ağu 02 2025
Zihnin kimden yana çalıştığını belirlemek, kişisel gelişim ve manevi farkındalık açısından oldukça önemlidir.  Neden mi? Çünkü zihin; bizim hayatımızı ve egomuzu, öz farkındalığımızı geliştirmek, kendi hayrımıza yönlendirmek üzere çok güzel bir plan, çok iyi bir enstrüman. Fakat sadece egonun kontrolünde, onun tarafına çalışıyorsa, manevi alemimizle olan bağlantımızı zayıflatabilecek önemli bir engel. O halde tarafını nasıl belirleyeceğiz? Zihniniz, aşırı dolu olduğunda ve stres yönetimi konusunda yetersiz kaldığınızda, sinir sistemi fonksiyonlarınızı dolduruyor ve hiçbir boşluk bırakmıyorsa, kalbinizin, hayatın ve aslında kainatın, evrensel enerjinin titreşimlerini duyamaz hâle gelebiliyorsunuz. İşte bu durumlarda zihniniz sadece nefsaniyetiniz, yani egoizmanız, için çalışıyor, bu hayatta sadece nefes alıp yaşayabilmeniz ve fiziksel fonksiyonlarınız ile haz dengeniz için, sizi geçici mutluluklar peşinde koşan bir köle durumuna getiriyor ki artık bu durumda, zihniniz aracılığıyla egonuzun esiri oluyorsunuz! Aslında zihin şöyle diyor: “Ben zaten senin için çalışıyorum. Ben zaten egonun kontrolünde, sadece sana hizmet etmeye çalışıyorum.” Oysaki, aslında amacı, yönü tamamen bozulmuş, kontrolden çıkmış bir at arabası gibi nereye gideceğini bilmeyen, kaza yapacak bir hale geliyor. Böyle durumlarda siz, aşırı pozitife kayabiliyor ya da bunu dengelenmek için yataya yönelip, çeşitli pozitif etkileri durdurma operasyonlarını kendinize davet edebiliyorsunuz. Kişiler esas olarak, sadece egolarının yönetimlerinde; ruhlarını, kalplerini, varlıklarını dinlemeyerek, sadece şahsi menfaat ve çıkarları uğruna, hayatı sanki burada sadece yemek, içmek, yatmak, haz peşinde koşmak ve sadece zihinsel aktiviteler zannettiklerinde haz odaklı bir yaşam olarak algılayıp ipi zihinlerine teslim ediyorlar. Böyle durumlarda zihin aslında sizden yana değil, sadece biyolojik robotunuzdan yana çalışmaya başlıyor. Onun alanlarını korumaya çalıştığında da, aslında sizin varlığınızda çeşitli rahatsızlıklar oluşturuyor ve tadınızı, içsel huzurunuzu kaçırıyor. Peki bu dünyada en önemli değerlerden bir tanesi hayattan tat alabilmekse ve insan tat alabilmek için sadece burada olmak durumundaysa, zihin seni buradan alıp da bir sürü yerlere çarpıp duruyorsa, sizden yana mı çalışıyordur, egoizmanızdan yana mı? Aslında sizinleymiş gibi görünüp, rakibiniz olmuştur… Size sanki düşmanınızmış gibi davranmaya başlamıştır. Onun için şeytanınızı Müslüman edebilmek, o içsel huzura, Nirvana'ya ulaşabilmek, tam da zihninizin ve duygularınızın sizin yönetiminizin altına geçebilmesi ile mümkündür. Onun için zihnin ne zaman boşalacağına, ne zaman aktifleşeceğine, sizin kendi varlığınızın iradesiyle karar verebilmeniz doğrusudur. Ama eğer siz zihni istediğiniz zaman istediğiniz tarafa yönlendiremiyorsanız, içinde olmadığınız bir arabayı kullanamayacağınız gibi, hayatınızın yönetim ve kontrolü de sizde olamayacaktır. İşte bu beden ve bu hayat arabasının içinde olabilmek için zihninizin, duyularınızın ve duygularınızın sizin kendi yönetiminizde olması, kişisel gelişim yolculuğunuzda çok önemlidir. Gerektiğinde zihni boşaltabilmek, gerektiğinde sakinleştirebilmek, gerektiğinde herhangi bir olay ya da hedef için aktifleştirip tam gaz gidilebilmek sizin kontrolünüzde olmalıdır. Özellikle geceler bedenimizin, duyularımızın ve zihnimizin sakinleştiği dönemlerdir. Ama yönetim bizde olduğunda, gerektiğinde, gün içinde de, bu sakinliği ve dinginliği elde edebilir ve dingince içeride aslında birçok konunun çok daha iyi çözülebileceği bir tefekkür hâli içinde olabiliriz. Tefekkür ya da diğer adıyla meditasyon sistemleri, bizim içerde dinginlikle zihnimizi sakinleştirip bir seyir hâline geçebilmemizdir. İşte bu seyir hâli, aslında zihni de yönlendirmeye çalışmadan, o eylemi bile bırakarak bir şahitliğe geçiştir. Zihni ve duyguları sanki bir camın arkasından seyrediyormuş gibi, bütün bu olanların bir taraftan aslında oluşturucusu ve o oluşturduklarını seyrederken kabuldeki bir şahit gibi olabilmektir meditasyon. Tabii ki yollar, metotlar, sistemler vardır. Özellikle nefes egzersizleri ve çeşitli sistemleri, odaklanma sistemleri, ruhsal antrenmanlar, irade çalışmaları, meditatif ve çeşitli oruç sistemleri ile, detoks programları ile kendinizi eğitebilir, güçlendirebilir ve yönetebilirsiniz. Ama önce neyi neden yaptığınızı bilmeniz ve yolu görmeniz önemlidir… Yolu görmeden ezbere yapılan şeyler fayda değil faydasızlık getirebilir. Onun için gelin,  zihniniz sizden yana çalışsın; sizin varlığınızın hayrına, varlığınızın gelişimi için, ilerlemesi için, sizin bu hayattan tat alabilmeniz ve gerçek içsel hedeflerinize hizmet edebilmek için çalışsın. Siz zihniniz değilsiniz, siz duygularınız değilsiniz! Bütün bu enstrümanlar size hizmet etmek için var. Bırakın hizmet etsinler ve siz de gönlünüzce, manevi huzur içinde, O’nun önünde eğilebilmenin, O’na selam verebilmenin huzur hâli içerisinde olun.   Sevgilerimle... Kaynak: https://www.unalguner.com/d/41804/zihnin-kimden-yana-meditasyon-ve-tefekkurle-huzura-ulasma
İnançtan İmana Geçiş: Hayatın Derin Anlamını Keşfetmek

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

İnançtan İmana Geçiş: Hayatın Derin Anlamını Keşfetmek

on Ağu 01 2025
Bizler bir şeye inanabilmek için zihnimiz tarafından ikna edilmeye ihtiyaç duyarız. Ama her birimizin inançları zaman içerisinde değişmek ve yerlerine yeni bilgiler konulmak durumundadır.  Kendimizle, hayatla, dünya ve birçok kavramla ilgili inanç kalıplarımız zaten kırılmaya ve değişmeye mahkumsa, inanç kavramını nasıl ele almalıyız? Her birimizin bir şeylere inanmaya ihtiyacı vardır. Bir ateist bir şeye inanmıyorum derken bile aslında yine bir inancın içindedir. Hatta Allah kavramına zıt ya da ters inancı olan kişilerin daha fazla inanç kalıpları da olabilir. Bunu sadece dini bir anlayış ile ilgili düşünmeyin. Birçok dindarın dini görüşle ilgili inanç kalıplarının çok çok ötesi bilim insanlarının içinde de vardır. Onlar birçok bilimsel gerçeği birer inanç kalıbı olarak kabul ederler. Oysa ki o gerçekler, kısa bir zaman sonra başka bir kavrama evrilmek durumundadır.  Hz. Muhammed bu konuda şöyle demiştir: “Ben her gün öğrendiklerimden ve anladıklarımdan yeni bir bilgi kulesi yapıyor, ertesi gün de onu yıkıp bir yenisini yapıyorum.” Biz hangi anlayışımızı inancımızı her gün yenileyebiliyoruz? Hangi konuda, o an yeniden bakarak karar alabiliyoruz?  Birçoğumuz kendimize baktığımızda şunu görüyoruz ki, bizi yöneten aslında inançlarımız ve bu inançların da birçoğu katı kalıplar haline gelmiş durumda.  Oysaki inançlar, imana dönüşmek için bizim ödünç aldığımız fikirlerimiz olmalı. Yani, evet bizim belli bir zaman boyunca inanmaya ihtiyacımız var, sonrasında ruhsal dönüşüm için, imana dönüştürmek için… Biz bir şeye inanmak, ikna edilmek için burada değiliz. Bu inandıklarımızı asıl olan alana, imana taşımak için buradayız. Peki öyleyse iman nedir?  İmanın ne olduğunu anladığımız zaman, hayatımız ile ilgili çok önemli bir bilgiye sahip olacağız. Çünkü birçok sistem insanların imanlarını sömürmek üzere kurulmuştur. Dünyadaki bütün büyük öğretiler aslında herbirimizin imanını geliştirebilmek üzere gelmiştir. Bazı kişilerinse sadece inanmaya ihtiyacı vardır. Bu inanma ihtiyaçlarının arkasında korku ve endişe alanlarına yatkınlık ve dışarıdan yönlendirilme yatarken, yalnızca talep edenler, o ikna edilmiş zihnin tutsaklığından çıkacaktır. Uyanışa özgürleşmeye talebi olan bir insan manevi farkındalık ile içeriye doğru yönelmeye, kalbinden kendine doğru yolları açmaya başlar.  Öyleyse biz kendimizden kendimize yolu açabildiğimizde şah damarımızdan daha yakını, kalbimizden bize sesleneni duymaya başlarız. İşte bu sesi duymayanda ya da duyduğundan eminliği az olanda iman zayıflığı, duyduğundan emin olandaysa bu eminlikle bir iman hali oluşur. Bu hal ile de hayatındaki güzellikleri ve tatları görmeye ve seyre geçmeye başlar. Aslında iman her birimiz için, müthiş bir konfor alanıdır, iç huzur ve mutluluk sunan ruhumuzun konfor alanı…  Her birimizin varlığı bu nedenle imana akmak, iman ile buluşmak istiyor. İman etmenin ilk adımı, korunduğumuza, korunacağımıza inanmaktır.  Bize bu hayatı veren, istediği zaman zaten alır. Sen dünyada kendi gücünle bir saniye bile kalamazsın ama aynı zamanda burada kalman gerekirken de istediğin zaman gidemezsin. Hayatla barışabilmek için önce ölümle barışma yolculuğuna çıkacacağız. Ölümle barışamadığımızda, sanki hiç gelmeyecekmiş gibi hayatımızdan çıkarmaya çalıştığımızda hayatla ve doğumla da barışamıyoruz.  Biz bu dünyaya ölmeye ve ölümü öğrenmeye geldik. Eninde sonunda hepimiz öleceğiz, iş ölümden kaçmak değildir. Bırakmaya ne kadar cesursak almaya da o kadar cesur oluruz. Bilmiyoruz ki yeni ne verilecek…  Özünün bir planı var, ondan emin ol. O plan her birimizi koruyacak.  Sistem, imana gelmeyenlere öncelikle bol bol ölüm seyrettirir. Ağaçların canlıların insanların ölümü... Bu ölümleri görmek ve seyretmek, başta can olmak üzere birçok şeyin bırakılması, bazen zorla elimizden alınması, insanlara imanı hatırlatır. Bu sert bir bilgidir. Elinde hiçbir şey yokken de 'bak sen yine varsın ve yine korunur, kucaklanırsın' demektir bu.  Kuşlara bakın… Onların sadece üzerlerinde tüyleri var ve her gün yemekleri önlerine konuluyor, bütün doğa onları besliyor.  Öyleyse bu hayatla yaptığın anlaşmalarını hatırlayarak, karanlıkta kaldığında, birçok şeyin elinden alındığında bile, Bir Olan’a güvenerek, O’nun seni koruyacağına eminlikle huzurun içerisinde olabilir misin? O karanlık bitene kadar, o halin içerisinde eminlik ve şükür ile kalabilir misin? Yoksa kızıp, isyan edip, acaba beni sevmiyor mu diye Yaradan’a alınganlık mı yaparsın? Evet bizim çok ileri akıl, zeka, duyu ve duyu ötesi sistemlerimiz var. Birçok şeyi görebilir, algılayabilir birçok yapay zekalara zeka verebiliriz ama ötesi de var. Ya görmediğimiz, algılayamadıklarımız… Bir duvarın, bir perdenin arkasında olanlar? Kalbinle duvarların ardının bile titreşimini okuyarak, saklananın ne olduğunu bilerek, onu alabilmek için eminlikle elini uzatabilir misin? Ya da ondan kendini koruyabilir misin?  Yüreğimizi, kalbimizi açmıyorsak 'Bir Olan'a, bize bütün bu gücü ve hayatı emanet edene teslim olmuyor, direniyor, onunla kavga ediyorsak, işte o zaman davet edilen, çeşitli canlıların ve hatta insanların ölümünü ya da farklı noktalarda bıraktırılış hallerini seyretmek durumunda kalabiliyoruz. Önümüzdeki dönemlerde, dünyadaki imanın zayıflığı ile birlikte birçok kişiye bambaşka şeyler seyrettirilirken bizler iman edebildiğimiz ölçüde o korumanın içinde olacağız.  Her birimizin duyguları ve düşünceleri birer titreşim ve bu titreşimler, maddenin içindeki boşluğu dolduran ve onu hareket ettirip, aynı zamanda kristalleştirerek hayata geçiren, maddeselleştiren ve maddede tezahür ettirenlerdir.  Sen korunmadığını inanıyorsan endişelerin korkuların, öfkelerin, kızgınlıkların varsa, bu enerjiler benzer benzeri çeker ilkesiyle sana bu tip frekansları vermek durumundadır. Oysa ki anbean fırsatta var dönüştürmenin yolu da var. Hepimiz çok yoğun bir enerjinin, kaosun içinde kalsak bile çok müthiş bir koruma ile orada da korunabiliriz, seyirde, el üzerinde taşınabiliriz. Biz nerede 'Bir Olan'ın yolundan çıkıyorsak orada dışarıdan bir darbe almak durumunda kalırken, ne kadar kendi hayatımızın merkezine, kendi merkezimize gelebiliyorsak, o çemberin ortasından ayrımcılığı ya da yargılamayı bırakarak, hayatı gerçekten tam bir iman hali ile seyredebiliyorsak emin olun ki bu fırtınaların içerisinde müthiş bir sakinlik içerisinde oluruz. Ruhumuzda ve duygumuzda bunu yaşarız.  Dışarıda bir sürü şey olabilir, önemli olan gönlündeki durum ne? İçerideki huzurun ne kadar? Gözlerinin içine baktığında, orada ne kadar sevinci neşeyi huzuru mutluluğu görüyorsun. Ne kadar ilahi aşkı görüyorsun? Orada ne kadar sevgi coşuyor? İşte o sevgi, eğer seviyorsan, imandan. Sevemiyorsan iman eksikliğin var. O zaman inanmaya ihtiyacın var. Senin daha bir müddet ikna edilerek inanmaya, inandığını savunmaya ihtiyacın var. Burada önemli bir konu devreye giriyor. Bir insanın imanı zayıfsa, inanmaya ihtiyacı olduğunda, imanını sömürtmeye başlıyor. Endişeye korkuya kapılıp içerdeki o bir olana imanı kaybettiğin anda başkalarının eline düşüyorsun. Oysaki güveneceğin bir tane yer olduğunu biliyorsun.  Her biriniz biliyorsunuz, iman, her birimizin ortak anlayışı ve gitmesi gereken buluşma noktası… Vaktiyle orada buluşalım.   Sevgilerimle... Kaynak: https://www.unalguner.com/d/40313/inanctan-imana-gecis-hayatin-derin-anlamini-kesfetmek
Savaşı Sen mi Başlattın? İç Barış ve Dünya Barışı Arasındaki Bağlantı

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Savaşı Sen mi Başlattın? İç Barış ve Dünya Barışı Arasındaki Bağlantı

on Ağu 01 2025
İnsanın yaradılış kodlarında hayatta kalma içgüdüsü, yaşamını sürdürmek ve üreme dürtüsü vardır. Bu alana yapılan müdahaleleri, doğal yaşam döngüsü ve realitesinin icaplarına göre aşmaya çalışır.  Kimi zaman bir lokma ekmek için kimi zaman sevdiklerini, alanını korumak, kimi zaman da varlıklarını konforlu bir yaşama dönüştürmek için mücadele eder. Hayata ve kendine saygısı arttıkça, mücadele şekli kabadan inceye doğru gelişir. Hayatta kalma mücadelesi için öldürme arzusu, yaşayabilmek için başkalarının yaşam haklarına saygı ve sevgiye dönüştükçe kişi, kişisel gelişim ve tekâmül basamaklarında da ilerler. Bugün hangi insana baksak, ailesi, çevresi, komşuları, iş arkadaşları, rakip gördükleri, en azından kendisi ile çatıştığını görürüz. Çatışmalar ve kavgalar savaş enerjisinin tohumları ve kıvılcımlarıdır. Savaş bir orman yangını ise, dünyadaki her insan, bu yangına, kendi hayatında yaşadığı çatışmaların kıvılcım ve ateşinden bir parça koymuştur. Bir kelebek etkisi, kelebeğin kanadının titreşmesi nasıl ki fırtınalar ve hortumlar yaratabiliyorsa, senin de bir öfke patlaması ya da hayatındaki bir insanı düşman görerek onunla kavga içinde olman, dünyanın herhangi bir yerinde bir savaşı başlatabilir.  Öyleyse kendimize şu soruyu soralım; Ukrayna-Rusya savaşında ilk tetiği kim çekti? Bu savaşın sorumlusu kim? Birçoğunuzun cevabı, çeşitli liderlerin ego savaşları, hırsları ve küresel çıkar çatışmaları vs. olacaktır.  Bunların her birinin doğruluk payı olsa da durumu, sen kendi merkezinden, şahit olduğun olayları seyreden olarak değerlendirdiğinde nasıl yorumlarsın? “Bu konunun benimle ne alakası var? Bu yangına ben hiçbir kıvılcım atmadım.” diyerek sorumluluktan kaçabilir misin? Peki, dünyada olan her bir olaya, her birimizin sekiz milyarda bir de olsa bir katkımız bulunmuyor mu? İnsanlık ailesinin, davranışsal gelişiminde bizim de bir payımız yok mu? Savaştaki rolümüzü ve payımızı anlayıp kabul edebildiğimizde, şu soru aklımıza gelecektir: “Öyleyse barış için ne yapabilirim?” Bu cevabım kiminize tuhaf gelse de işe, kendini sevmek ve kendi değerini bilmekle başlayacaksın. Çünkü insan kendini sevmeyi öğrenmeden, başkalarını ve hayatı sevmeye geçemiyor. Kendini sevdikçe hata, kusur ve eksiklik olarak gördükleri dahil, tebessümle kucaklanarak iyileşmeye davet ediliyor. Ayağın taşa takılıp düştün diye, taşa ve kendine kızmayı bırakıp “olanın hikmeti ne, bana mesajı ne?” diye bakıyorsun. Derslerinden cevap aldıkça hayata daha coşkuyla akıp, daha dikkatli, iffetli ve iman dolu bir hale geliyorsun.  Selamlaştıklarında ve uzağa koymaya çalıştıklarında kendinden bir parça görebildikçe onlara, olana ve kendine saygın bir kat daha artıyor. Öyleyse, içimize sulhu davet edelim.  İçeride yaşadığımız barış, güven ve sükûneti hayatımıza ve hayatımızdakilere huzur olarak yansıtıp, güzelliklerle buluşalım. Tamamlanmalarımız, sevgi dolu bir dünya ve barış üstüne olsun…   Sevgilerimle… Kaynak: https://www.unalguner.com/d/40307/savasi-sen-mi-baslattin-ic-baris-ve-dunya-barisi-arasindaki-baglanti
Ruhuna Akanın Dünyası Kolaylaşır: Maneviyat ve Madde Dengesi

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Ruhuna Akanın Dünyası Kolaylaşır: Maneviyat ve Madde Dengesi

on Ağu 01 2025
Her biriniz hayatınızı güzelleştirmek, iyileştirmek tatlandırmak ve lezzetlendirmek istiyorsunuz. Gerek para, madde ile ilgili konularda olsun gerek sosyal ilişkilerde olsun hayatınızın çeşitli alanlarında şifalandırmak istediğiniz konular var. Fakat maddeye, dünyaya odaklanıp sadece o alanın içerisindeki bir şeyi çözmek istediğinizde çoğu zaman bunları çözemediğinizi hatta ilerlemeyi bırakın gerileme hallerini gördünüz. Ya da sadece o fiziki gibi görünen konuyu bedensel ve dünyasal bir konu zannederek, asıl sebebin kökenini görmezden gelerek iyileştirmeye çalıştınız. Bu iyileştirme çabalarıyla da durum katlana katlana artmaya devam etti.  Sadece şunu ödeyelim de bitsin, bu konuyu çözelim de hallolsun, şuradan ayrılalım, bu kişiyle evlenelim…   Emin olun ki hayat sadece bunlardan ibaret değil. Çünkü her birimiz ruhsal ve maddesel iki tane sistemin birleşmiş bir bütünüyüz ve ikisi birbirini dengeliyor. Maddedeki konuları iyileştirdikçe ruhsal tarafınızı iyileştiriyorsunuz. Ruhsal farkındalık tarafınıza özendikçe oranın işlerini kolaylaştırıp, orayla güzel bağlar kurarak içinizi güzelleştirdikçe de madde hayatıyla, dünyayla ve tüm maddesel sistemle aranızı iyileştiriyorsunuz.   Eğer babanla barışacaksan annenle, annenle barışacaksan babanla aranı iyileştireceksin. Eğer ruhunla ilgili yaşadığın zorluklar, problemler varsa, maddeyle, hayatla, kadınla, bedenle, dişiyle aranı iyileştireceksin. Ya da maddesel dünyayla, ekonominle, bedeninle, sağlığınla ilgili problemlerin varsa maneviyatla, ruhla, babayla, eril prensiple konularını çözüp iyileştireceksin. Varlığın, ruhun sana diyor ki: “Sen eğer benim işlerimi kolaylaştırırsan, bana akarsan, ben de senin maddedeki, dünyadaki işlerine akarım.” Eğer ruhumuzun işlerini kolaylaştırırsak ruhumuza akarsak hayat aynasında bize, bedende ve maddede güzellikler sunuluyor.   Bir taraftan maneviyat bir taraftan anlayış olarak yaradanla iş birliğini geliştirmek durumundayız ki diğer tarafta maddeyle, dünyayla olan ilişkimiz iyi olsun. Tabii asıl amaç bu değil. Fakat ruhuna akanın aslında yaratım gücü, dilekleri, istekleri bunlarla ilgili farkındalıkları hızlanmaya başlıyor. Hayatı, olayları daha iyi okuyup, neye ‘ol’ diyeceğini, nerede susacağını bilmeye başlıyor.   Her biriniz nerede susacağınızı, nerede konuşacağınızı ve konuşurken de hangi kelimeler, hangi alanlarla ilgili bir bilgi sarf edeceğinizi fark ettikçe, her şey çok daha güzel ve zenginlik dolu olacak. Sistem bizden şuurlanma, farkındalık bekliyor.  Manevi sistemde tavsiye edilen birçok yol ve yöntem var. Bu sistemlerin hepsi ahlakımızı güzelleştirebilmek için, nefsimizi bilebilmek için yapılan çeşitli ibadetler… Amaç burada nefsini bilebilmek, nefsini yöneterek Müslü-iman bir hale getirebilmektir. Bu dünyada egonuza, nefsinize ihtiyacınız var çünkü onların varlığıyla alanınızı belirleyeceksiniz. Fakat bu alanın sınırını aşmak da içine başka bir şey almak da kul hakkı demektir ve kul hakkı en büyük günahtır.   Herhangi bir yerde yaşadığımız rahatsızlıklar ruh ve madde dengesini bozduğumuz yerlerdir. Her birimiz bunları iyileştirmek, daha güzelleştirebilmek için buradayız. Bu her zaman dik duracağız hiç düşmeyeceğiz demek değil, fakat böyle bir durum olduğunda da bir mesajı olduğunu hatırlayacağız. Hiçbir şey sebepsiz değil. Bir şeyde direttiğin zaman boynun tutulmasıyla konuşur sistem seninle, fark edip, anlarsan sana anlatılanı yumuşayabilirsin.   Aslolan muhabbettir hayatla…   Sen bu muhabbeti nasıl kuruyorsun? O’nunla selamlaşmayı nasıl yapıyorsun? Yolda yürürken bir ağaç gördün, onu selamlayabiliyor musun? Bir kuşun güzel bir ötüşüyle coşabiliyor musun? Başına gelen bir olayda, bir dostunun anlattığında, ya da bir rüyanın içinde coşabiliyor musun? Kendi merkezinden seyrettiğin daima sensin, yani senden öte bir şey yok. Her birimiz kendimizi hayatının merkezine ne kadar koyabiliyorsak aslında o merkezde, merkezle buluşuyoruz. Merkez her birimizin tam da yüreğinin olduğu, ayağının bastığı yerdir. Ne kadar burada olabiliyorsak o kadar merkezdeyiz, ne kadar merkezimizde isek o kadar dengedeyiz. Dengede olduğunuzda ruhun ve maddenin ikisinin de bolluk ve bereket içinde size aktığı yerde olursunuz. Fakat geçmişin içinde kaybolursanız, geçmişte size yüklenen çeşitli inanç kalıplarının, sizi yönetecek ve güdecek çeşitli anlaşmaları tekrar tekrar onaylayarak hayatınıza devam ederseniz, gelecek ile ilgili beklenti ve endişelerle kendinizi üzmeyi sürdürürsünüz. Çeşitli kaygılarla enerjinizi düşürüp auranızı zedeleyerek enerji alanlarınızı küçültürseniz işte o zaman bu cennet gibi hayat sizin için belki de cehenneme dönüşür. Cenneti de cehennemi de var eden insanın kendi seçimleridir.  Siz ona kulak verdiğinizde an be an hayat sizi besler, büyütür, geliştirir ve korur. Tembellik yaparsanız, ötelerseniz, ertelerseniz, sonra yaparız derseniz, bakarız derseniz baka kalırsınız. Öyleyse her birimiz öncelikle ruhumuzla, ruhsallıkla barışalım.   Bir kısmınız ruhtan, maneviyattan korkutuldunuz. Oysaki beden ne ise ruhsallık da odur. Yani fizik alem ile fizikötesi alem birbirinden ayrı değildir. Aşağısı, yukarıya benzer. Manevi hayattan korkanlarınız, rüyalarından, beden ötesi titreşimlerden çekinenleriniz bu korkuları bırakın. Bunlar sizin nefsaniyetinizin ve geçmiş korku kalıplarınızın tuzaklarıydı. Artık bu tuzaklara ihtiyacınız kalmasın, açın kendinizi…   Bu gördüğünüz fizik dünyanın içinde bir sürü ince alemler de var, ruhsal sistemlerde var. Buraları aşabilmek, geçişler yapabilmek için öncelikle yeryüzüyle, dünyayla sımsıkı ilişkiler kurarak, bu dünyadaki realitelerinizi güzel sorgulayarak sol ayağımızı dünyaya çok iyi basmak durumundayız. Çünkü maddenin ilmini, bilimini, sistemini bir tarafınız bilmek durumundadır. Kendinizi, bedeninizi iyi beslemek durumundasınız.  Hayatı, yaşamayı öğrenin. Ruhumuza akabilmek için bedendeki ve dünyadaki güzellikleri yaşayın ve dünyaya topraklanın. Toprak demek, öğrendiğini, aldığını uygulayabilir hale getirmek, yeryüzüyle barışabilmek demektir. Ruhsal âleme, sezilerinize, ilhamlarınıza, görülerinize kendinizi açın çünkü gelecekte görülerini kullanmayan kişilerin işleri biraz zorlaşacak. Gelecekte duyularınızla ve gördüklerinizle sizi kandıracak, bir çoğunuzu peşinden sürükleyecek sistemler gelecek. Ancak manevi tarafı kuvvetli olanlar, gerçekten ruhuna akabilenler uyanabilecek.   Önemli olan ruhunuzla iş birliği yapabilecek bir halde olmanız. Maneviyatınızı, ruhunuzu öteye koymayın. Bu hiç kimsenin, hiçbir inanç sisteminin tekelinde değildir. Dünyaya yollanmış bütün elçiler, bütün peygamberler, bütün dinler sizin için yollandı. Tüm peygamberler size hatırlatmak için, doğru yolu göstermek için bir elçi olarak geldi. Her birimizin uyanabilmesi, fark edebilmesi, hayatını cennet edebilmesi için yardımcı olarak geldiler.   Herhangi bir kişiye herhangi bir yere tapınmayı bırakabilmek, tüm tapınmalardan özgürleşerek, sadece bir olana, sadece Allah’a iman ederek, bir tek ona kulluk edecek hale gelmeniz çok önemlidir. Onun için, gelen tüm peygamberler, geçmişte yozlaşmış bütün inanç sistemlerini, geçmiş bütün dinleri imar etmeye geldiler. Çünkü insan birçok bilgiyi, birçok enerjiyi kendi realite seviyesine indirerek anlamaya ve algılamaya müsait bir yapıdadır. Yani kendisi bir bilginin seviyesine çıkmaktansa, kendi anlayışı ve o andaki mevcut inanç kalıbının içerisine, gelen bilgiyi de adapte etmek üzere bir sistemi vardır. Bu bizim savunma sistemimizdir.  “Realitemizi geliştirmeyelim de onu bize benzetelim.” Oysaki bütün bilgiler apaçık ortadadır. Dünyaya verilen bütün bilgiler insanları selamete götürmek için, zaten özüyle ruhuyla buluşturmak içindir. Bütün dinler insanları İslam’a, selamete çağırmıştır. Bütün bilgiler insanları sevgi yoluna çağırmıştır. İnsanları kainatın bütün nizamı ile birlik olmaya çağırmıştır.   Bugün bütün inanç sistemleri aslında yönetimlerin dayatmalarıdır. Özü ve gerçek aktarımları görenler için orada müthiş faydalar vardır.   Bunun yanında, algı yönetimleri ile o kadar basit şekilde insanların anlayış sistemleriyle oynanır ki bir bakarsınız gerçekten üzerine düşen her şeyi yapıyor gibi görünen mümin insan bile bambaşka bir yola gitmiş. Birine karşı düşman olmuş, kin sahibi olmuş, bir şeye karşı aşırı öfkeli olmuş. Oysaki yaradanın yarattığı bir kula öfke, onu yaratana öfkedir. Sen herhangi bir kula değil o kulu kullanana öfkelenirsin, yani olana öfkelenirsin. Her birimiz duygularımızda, düşüncelerimizde ne kadar kendimizi iyileştirebiliyorsak aslında ruhumuzu o kadar iyileştirir ve olgunlaşırız. Her birimiz kendimizi, nefsimizi ne kadar bilebiliyorsak ne kadar duygusallıktan duyguları doğru yönetebilir bir hale geliyorsak, ne kadar birbirimizi sevgiyle besleyebiliyorsak sevgiyle besleniriz. Ne kadar sevgiyle kucaklayabiliyorsak ne kadar şükredebiliyorsak o kadar şükredebileceğimiz güzelliklerle buluşuruz.   Öyleyse her birimiz gerçekten manevi tarafımıza, ruhumuza güzellikle, bollukla ve bereketle akalım ki, bizim maddemize de dünyamıza da hayatımıza da bolluk ve bereket aksın.    Sevgilerimle... Kaynak: https://www.unalguner.com/d/30684/ruhuna-akanin-dunyasi-kolaylasir-maneviyat-ve-madde-dengesi
Kendini Sevmek: Hayatı Kucaklamanın İlk Adımı

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kendini Sevmek: Hayatı Kucaklamanın İlk Adımı

on Ağu 01 2025
Çocukluğunuzda ailenizden bazı talepleriniz vardı. Bunlar; ilgi, dokunuş yiyecek ve en önemlisi sevgi talebiydi. Eğer seviliyorsanız onaylandığınızı; sevilmediğinizi hissediyorsanız ise onaylanmadığınızı düşünüyordunuz. Ya da anneniz, babanız, aile üyeleriniz sevgisini sizden daha çok başkasına gösteriyorsa, bu anne ve babanın birbirine gösterdiği sevgi de olabilir, belki de kendinizi bir sevgi eksikliğine maruz kalmış hissettiniz. Bu hissiyat da sizde onay alma ihtiyacını doğurdu. Onaylanma ihtiyacınız neticesinde ise belki kendinizden bile vazgeçerek, dışarının sizden istediği insanlar olmak üzere eylemlerde bulundunuz. Kendi kararlarınız yerine ailenizin, toplumun, belki eşinizin onayı için, aslında perde arkasında onların sevgisini alabilmek için çeşitli kimliklere büründünüz. Hatta daha fazla ilgi ve sevgi alabilmek için kendinizi hasta etmiş bile olabilirsiniz. Bugün de eğer hâlâ dışarıyı fazla kâle alıyorsanız, dışarının sizi yönetmesine izin veriyorsanız, onların istediği gibi bir kişi olabilmek üzere kendinizden vazgeçme eğiliminiz varsa, aslında az sevildiğinizi ya da sevilmediğinizi düşündüğünüzdendir. Bu düşünce hali sonucunda kişilerde, kendine ve hayata küskünlük, ilişkilerde kırgınlık, hayata karşı bazen üzüntü ve keder duyguları hakim olabiliyor. Hakim bu duygular, içerdeki sevgi kanallarının tıkanıp kişinin kendi hayatını kötüleştirmesine, kendini hasta etmesine, bedenini, duygularını, zihnini rahatsız etmesine sebep olabiliyor. Bunların arkasında aslında çok sade ve basit bir şey var: Kişi geldiği bu dünya hayatı içerisinde kendini yeteri kadar sevmediği için hayat aynasında onu yeteri kadar sevmeyen anne ve baba modelleriyle buluştu. Hayat içerisinde de onu yeteri kadar sevmediğini ve sevilmediğini hissettirecek eş, arkadaş, iş çevreleri içerisinde oldu. Bunlar da kişiyi, dışarının onayına muhtaç hissettirerek, kişinin, dışarısı onu sevsin, onaylasın diye çeşitli doğal olmayan yollara girmesine yol açtı. Bugün kişilerin, özellikle birçok kadının, sağlık ihtiyacı dışındaki estetik meraklarının, bedenlerine zulümlerinin, aşırıya giden kıyafet alımlarının, dış aksesuarlara verdikleri önemlerin de dışarıya malını, mülkünü, zenginliğini sergileme çabasının ve kendini aslında olmadığı bir kişi olarak göstermesinin de ardında kişinin kendini sevmemesi var. Kendini sevmemek insanın, hayatını hasta etmesinin temelinde yatıyor. Bu sadece duyguda, zihinde değil aynı zamanda bedenin içerisinde de benzer durumları meydana getiriyor. Tabii ki kişi şunu diyebiliyor: “Adam akciğer kanseri olmuş bunun sevgiyle ne alakası var? Kanser hücreleri akciğeri sarmış ve tabii ki bu tedavileri yapacağız.” Beden ile ilgili, dışarısı ile ilgili yapılacaklar yapılacak ama içerideki bu farkındalık ya da içsel dönüşüm gerçekleşmeden, varlığımız dışarıda iyileşmeye izin vermiyor. Peki içeride ne yapacağız ne anlayacağız ki dışarıdan yapılan tedavi uygulamalarını da iyileşmek için kullanabilelim? İşte burada hayatı sevebilmemiz çok önemli. Eğer sen hayatı sevmiyorsan, hayat seni sevecek mi? Hayat aynasında seyrettiğin bu filmde sen sevilmediğini düşünmeye, bu hayata layık olmadığını düşünmeye devam ettiğin müddetçe, çeşitli insanları yargılayıp eleştirerek kendini sevgisiz bir duruma mahkum etmek durumunda kalabilirsin. Eğer bu hayatı seviyorsan kendini sevebildiğin için seviyorsun. Bu hayatı sana vereni, hayatın imkanlarını, sunulanları kucaklayarak... Yani verenden dolayı verilenleri sevmek... Çünkü hepsi bir bütün, hayat da beden de... Vücudun herhangi bir yerinde bir şey olduğunda sadece orada bir durum olduğunu, organların birbirinden ayrı, yaşanılan rahatsızlıkların bedenden, duygudan, zihinden, ruhsal şifa kapsamındaki yapılarımızdan, düşünce biçimimizden ayrı olduğunu zannedebiliyoruz. Oysaki her şey bir bütün ve konular bu bütünlüğün farkındalığıyla ele alındığında iyileşebilmek çok daha kolay. Diğer türlü sadece bir parçayı ele  olarak, diğer parçaları görmezden gelerek yapılan  iyileşme çabaları, aslında Allah’ın kurduğu bu düzeni bypass etmektir. Şöyle bir hadis var: Müslüman (Müsli-iman) hasta olmaz. Bizim iman noktamız tam göğsümüzde, timus bezimizin, aynı zamanda kalp gözümüzün, kalp çakarımızın olduğu yerdedir. Eğer burası iyiyse yani olanın mükemmelliğine, güzelliğine tam bir iman halinde isek, bedenin dengesi sağlamdır ve hastalıktan uzağızdır. Hasta olduysak buradaki imanla ilgili bir sorunumuz var demektir. İmanı tetikleyen en önemli şey hayatın gerçekliğini, olanın mükemmelliğini ve güzelliğini seyirde ve bu şahitlikte olma hali içerisindeki “kabul”dür. Yani kabul edemediğimiz herhangi bir şey olduğunda burası sarsılır. Kabul edilemeyen şey nedir? İtiraz ettiklerimiz... Peki esas neye itiraz ediyoruz? Allah’ın yarattığına. Hayatımıza davet ettiğimiz ve aslında bizim seçimimiz olanları, “Hayır bu benim siparişim değil.” diyerek kabul etmediğimizde itiraz ediyoruz. O zaman buradaki iman, öfkeyle, kızgınlıkla ya da korku ve endişeyle çeşitli durumlara yol açıyor. Eğer endişen varsa göğsün donuyor, soğuyor. Eğer öfken varsa burası dumanlanıyor, gözlerin kararıyor bir şey göremez oluyorsun. Eğer korkuların varsa aşağı çekiliyorsun. Öyleyse buranın en önemli ilaçlarından bir tanesi “eminlik”tir. Bu dünyada bir plan ve programla, sana sunulan güç ve yetki ile Yaradan’la işbirliği yaptığında mükemmel bir hayatın olacağını ya da itirazların, egon, nefsi çıkarların için işbirliğini bozduğunda, yolunu değiştirmek ya da geriye gitmek durumunda olacağını anlamalısın. Öyleyse biz bu kadar mükemmel bir sistemi ne kadar iyi okuyup tanımlarsak aslında okuduğumuzun kendimiz olduğunu ve kendimizin de bu sistemin bir parçası olduğunu görür ve bir kabule geçeriz. Eğer bu dünyanın sistemini ve düzenini okuyabiliyorsanız yaptığınız her işe aşkla akarsınız. Sunulanları aşkla kucaklarsınız. İyi ya da kötü diye yargılamak yerine “Bunun bana ne faydası var?” diye bakarsınız. Kişisel gelişim yolculuğumuzda, sonsuz yolculuğumuzun içerisinde burada yaptıklarımız, yaşadıklarımız ve varlığımıza, özümüze aktaracaklarımız çok önemli. Hayatı, kendimizi, bize sunulan imkanları görüp kabul edip sevgiyle kucaklayabilmemiz için de gönül gözümüzün açılabilmesine, perdelerimizin kalkmasına ihtiyacımız var. İster bir ilişkinin, ister bir işin ya da bir halin içindeyken öncelikle sevgimizi oraya kökleyebilmeye yani hayata köklenip hayatı sevebilmeye... Olan her bir şeyin Allah’tan geldiğinin eminliğini ve bir yaprağın bile O’nun izni olmadan kıpırdamadığının farkındalığını içeriye aldığımız andan itibaren olanı olduğu gibi kucaklamaya başlıyoruz ve olanı kucakladığımızda o da bizi kucaklamaya başlıyor. Kalbinin sesini duyup dinleyebilen ve iman tahtasının altındaki kalp gözünü açabilenler için ise o an kendini keşfetmek, kendini “sevmek” başlar. İlk önce kendini sevmek... Kendini sevmeyen, başka bir insanı, hayatı,  dünyayı sevemez. İnsanı sevmeyen, şifalandıramaz, şifalanamaz. Kişi sevmeye başladığında bulaşacakları da sevgi dolu olacaktır. Sevgide buluşalım... Kaynak: https://www.unalguner.com/d/28700/kendini-sevmek-hayati-kucaklamanin-ilk-adimi
Karar Verme Gücü ve Otoriteyle Barışma Yolları

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Karar Verme Gücü ve Otoriteyle Barışma Yolları

on Ağu 01 2025
Kararlarını kolaylıkla verir misin? Hedeflerin var mı? Babanla ve otoriteyle ilişkin nasıldır? Kararlarımız, erille ve babayla yaşadığımız hâl ve durumlarla bağlantılıdır. Babasıyla veya evdeki eril enerjiyle sorun yaşayan birisi karar vermekte zorlanır. Çocukluğunda babasının veya evdeki otorite olan kişinin kendisine yeteri kadar değer vermediğini, sevmediğini ve onaylamadığını hissedenler, kendini zayıflatarak güçsüz, yetersiz ve değersiz hisseder. Bu güçsüzlük, hayatta kendisiyle ilgili kararları verememesine; karar verememe durumu, belirsizliğe; belirsizlik ise hedefsizliğe yol açar. Otorite konumundaki müdür, öğretmen, patron veya devlet gibi herhangi bir kişi/kurum bir talepte bulunduğunda, uymanızı istediği bir kanun ya da kural koyduğunda rahatsız oluyorsanız, kurallara karşı uyumsuzluk, başkaldırı hâli yaşıyorsanız otoriteyle alışveriş bozukluğunuz var demektir. Bu hâli dönüştürebilmek, kabul edebilmekle başlar. Çocukluğunuzda; ailenizle yaşadığınız ve problem olduğunu düşündüğünüz durumlara neden ihtiyacınızın olduğunu anlayabildiğiniz; o babaya, anneye ve duruma olan ihtiyacınızın nedenini görüp belirleyebildiğiniz ölçüde o hâli kabul edebilirsiniz. Yasayı hatırlayalım: Kabul etmediğini dönüştüremezsin! Babanın veya evdeki eril otoritenin baskısına ihtiyaç duyanlar; hayatta, topraklanmakta zorlanan kişilerdir. Bu kişiler yaşamlarında farklı seviyelerde fiziksel, duygusal şiddet ve baskılarla karşılaşabilirler. Babayla ve otoriteyle barışamayıp içinde isyanı devam edenlerin aslında perde arkasında hakiki otoriteyle yani Yaradan’la alışveriş sorunu, kavgası vardır. Bunun altında da dünyayı yeterince yaşanabilir bulmamak, hayatı doğru şekilde sevmemek yatar. Hayatı güzellikleriyle görüp kabul ederseniz otoriteyle barışabilirsiniz. Otoriteyle barıştığınız için de güç merkeziniz doğru şekilde çalışmaya başlar, Yaradan’ın size verdiği gücü alıp kabul etmeye başlarsınız. Bu gücü aldığınızda karar vermeye başlar, kendiniz için faydalıyı faydasızdan ayırabilirsiniz. Bulanıklık ve belirsizlik kenara çekilir, netlik başlar. Bu netlik, verdiğiniz kararlarla nereye gideceğinizi gösterir. Hedefi görebilmek için önce babayla, erille, otoriteyle, Yaradan’la ve kendi yaratım gücünüzle barışmanız önemlidir. Kendi yaratım gücünüzle ısmarladıklarınızı kabul ederek hayatınızda dönüşüm meydana getirirsiniz. Baba, otorite ve ruhsal planla ne kadar barışabilirsek; uzakları ve geleceği o kadar görürüz ve ufkumuz açılır. Sevgilerimle. Hoşça kalın Kaynak: https://www.unalguner.com/d/16637/karar-verme-gucu-ve-otoriteyle-barisma-yollari
Koruma ve Kontrol Arasındaki İnce Çizgi: Karar Kalple Verilir!

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Koruma ve Kontrol Arasındaki İnce Çizgi: Karar Kalple Verilir!

on Ağu 01 2025
Herhangi bir şeyi koruduğunuzda o şey korumadan çıkar. Anadolu’da bu hâl, 'Sakınan göze çöp batar.' diye özetlenmiştir. Çok özendiğiniz evladınızın, eşyanızın başına bir şey gelmiş olabilir çünkü ‘Onu ben koruyacağım.’ demişsinizdir. Bu durumda, zaten korumamız gerekmiyor mu, diyebilirsiniz; tabii ki koruyacağız ama eğer siz ‘bu benim korumamda’ ifadesiyle bir enerji yollarsanız sistem korumasını çeker ve korumayı tekrar davet edip çağırana dek, korunmasız kalanın başına her türlü iş gelebilir. Araya girdiğiniz, “Ben yaparım!” dediğiniz her yerde, sistem size izin verir. O an’da işleyen yasa; sizi sınamak için değil, isteğinize uymak için dileğinizi yapmanıza müsade etmektedir. Kibirle veya güvenmeyerek inisiyatifi elinize almaya çalışıp aşırı korumaya gittiğinizde, korktuklarınız başınıza gelmeye başlar. Önlem almayı, özen göstermeyi ve dikkatli olmayı korku ve panik duygularından özgürleşerek, hayatımıza korunmayı davet ederek de yapabiliriz. Sisteme güvenmeyerek korumaya başladığınız yerde, aslında korumaya çalıştığınız şey korunmadan çıkar. Ben yaparım, dediğiniz, her şeyin kontrolünün sizde olduğunu zannettiğiniz alanlara yeniden bakabilirsiniz. Akan bir nehrin içerisinde nehir güvenliğine kendimizi bırakırız. Bu nehirde bir kayıktayızdır ve kayığın içinde istediğimiz her şeyi yapma, kayığı idare etme özgürlüğümüz vardır ama nehre müdahale etme hakkımız yoktur. Kendi hayatını ve kaderini yönlendiremeyen, kontrol edemeyen; başkalarının hayatını kontrol etmek üzere o hayata müdahale ettiği için müdahale ettiği şey kontrolden çıkar.  Küçücük bir alandaki kontrol, kişinin çeşitli alanlarda hayata güvensizliğine sebep olur. Korku, güven eksikliği ve endişelerle, bu kişiler daha aşağılara çekilebilir. Hayatta herhangi bir konuda endişe veya korkuya kapıldığınızda o kapıldığınız yere doğru bir odaklanma yapmış olursunuz. Dikkatinizi o noktaya verdiğinizde de bu sefer “Yaratım Yasası” devreye girer. Sistem, hayatınızda ve kaderinizde yaşayacaklarınızı size seçtirir. O kadar mükemmel bir sistem vardır ki diğer bir yasa da devreye girer, “Özgür Seçim Yasası”. Allah’ın yoktan var ettiğini siz vardan var edebilme hakkıyla kendinize çekersiniz. Bu yasalara uyumlanabildiğimiz ölçüde hayatımızı her anlamda zenginleştirebiliriz. Kişi zihnine ne derece güvenirse zihniyle aldığı kararı o denli doğru zanneder. Oysaki karar kalple verilir. Kalbini kapatan için hayatın huzuru yoktur. Yasalar dönüp dolaşıp bizim onayımıza gelir ve bu onayı zihnimizle yapmak bizi faydadan uzaklaştırır. Aklımızı kullanmak, kalbimizin bir yeteneği olduğu için oldukça önemlidir; zihnimiz verileri toplayıp kalbe sunar, kararı kalbimiz verir.   Sevgilerimle Hoşça kalın. Kaynak: https://www.unalguner.com/d/14755/koruma-ve-kontrol-arasindaki-ince-cizgi-karar-kalple-verilir
Affetmek mi? Helalleşmek mi?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Affetmek mi? Helalleşmek mi?

on Ağu 01 2025
Hayatınızda bazen sizi kızdıran, öfkelendiren insanlar olabilir. Onlara darılıp, görüşmeye ara verip daha sonra, “Gel, seni affediyorum; barışalım.”, “Eskiye bir sünger çekelim.” demiş, affedebilmek için uğraşılar vermiş olabilirsiniz. Affetmek aslında bir titreşim seviyesidir; kızgınlığı aşabilmek için bir merhale, bir basamaktır. Karşıyı suçlamaya devam ettiğinizde, içerideki kızgınlık ve öfke de devam eder, çünkü kendinizi haklı, karşınızdakini ise haksız olarak görmektesinizdir. Hissetmeye devam ettiğiniz bu hâl ise benzer ilişki ve tekrarlanan olayları kendinize çekmenize neden olabilir. Kızdığınız, öfkelendiğiniz, suçladığınız, kendinizi haklı ya da mağdur olarak değerlendirdiğiniz durum veya ilişkiler varsa yapılması icap eden şey “helalleşmek”tir. Nasıl helalleşelim ve gerçekten helalleşmeye ihtiyaç var mı? Diyelim ki bir arkadaşınız sizi çok kızdıracak bir durum yarattı ve ona olan öfkeniz devam etti, siz de onu suçlayıp “Bana nasıl böyle yapar?” “Nasıl böyle davranır?” dediniz; buna rağmen durum veya çıkarlarınız öyle gerektirdiği için ilişkiniz, arkadaşlığınız devam ediyor. “Gel seni affettim, arkadaşlığımıza, ilişkimize devam edelim.” gibi bir bakış, aslında bir mecburiyet veya çıkar ilişkisinin neticesidir. Oysa helalleşmede bir bilgi ve idrakin olması icap eder. Kızgın olduğunuz kişinin yaptığı hata ve kusurun benzerlerini hayatınızda daha önce de yaşamışsınızdır. Bu hata ve davranışa ihtiyacı olan sizdiniz ve aslında böylelikle karşısındakini kullanan da sizdiniz. 'Benim karşımdakinin hiç mi kusuru, kabahati yok?' derseniz de o onu ilgilendiren kısım olur. Sizin için önemli olan, bu ihtiyaçta olup karşınızdakilerden bu tip davranışlar görme hâlinde olmanızdır. Önce bu hâlden, bu ihtiyaçtan kurtulmanın çalışmalarını, dönüştürmelerini yapıp bu konuda kendinizi dönüştürürseniz karşınızda kızdığınız kişiyi kullandığınız için ondan helallik ister, helalleşmek istersiniz. Aslında haklı veya haksız yoktur, ihtiyaçlar karşılıklı olarak birbirini tamamlamıştır. Demiri doğada bırakırsanız paslanır. Paslanan demir, “Sen geldin beni yıprattın, paslandırdın; senin için saçımı süpürge ettim?” diyerek oksijen atomunu suçlamaz. Altın ise nereye koyarsak koyalım paslanmaz çünkü altının, oksijenin gelip ona yapışmasına ihtiyacı yoktur. Demir taraflarınız, pozitifte veya negatifte aşırıya gitmiş yönleriniz varsa doğal olarak oksitlenme ihtiyacıyla size tutunacak durumları ve kişileri hayatınıza çekersiniz. Bu kullanma hâlinin sonucunda zarar da görebilir, fayda da alabilirsiniz; her ne olursa talep sizden gelmiştir.  İhtiyaçlarınızı kendiniz fark edip dönüşümün yolunun sizde olduğunu bulduğunuzda, suçlanacak konular ortadan kalkar. Affedilecek bir şey yoktur, karşılıklı alışveriş olmuş ve geriye helalleşme kalmıştır. Karşılıklı helalleşmek iyi bir durumdur. Sizi suçlayan kişiyi gönülden kucaklayıp, helalleşmeniz, ona teşekkür etmeniz ve şükretmeniz önemlidir. Affetmek bir adımdır, konunun kaynağını anlayamadığınızda affetme seviyesinde kalmanız da kıymetlidir. Önce kendinizle, devamında bu hayatı size bahşeden sistemle, annenizle, babanızla, ailenizle, arkadaşlarınızla, size kendinizi göstermek için yardımcı olan tüm yansımalarınızla helalleşin, şükredin, teşekkür edin. Hoşça kalın. Sevgilerimle.. Kaynak: https://www.unalguner.com/d/5253/affetmek-mi-helallesmek-mi
Sağlıklı Yaşamda Zihin ve Duyguların Gücü

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Sağlıklı Yaşamda Zihin ve Duyguların Gücü

on Ağu 01 2025
İnsanlar kendi kendilerini hasta etmeye izin vererek hasta olurlar. Hayat içerisinde öncelikle anne-baba modelleri seyredilir. Bir anne ne yapar, hasta olununca mı ilgilenir; kardeşler üşütüp hastalandığında anne ile baba onlarla daha mı fazla ilgilenir? İnsan seyrettiğini kopyalar. Seyrettikleriniz içinde hasta modelleri varsa şuuraltınız kendine bunları taklit etmek üzere kader modelleri seçer ve bunu onaylar. İfadelerinde “Hasta olmaktan çok korkuyorum!” diyenlerin şuuraltı, kendisine aslında “Ben hasta olmak istiyorum.” diyordur. Oysaki sağlıklı, genç ve dinç olunabilir. Sağlıklı ve güzel olarak yaş kazanılabilir. Yaş “kaybederek” değil; “kazanarak”, tecrübe ve yaşananların birikimleriyle olgunlaşarak, demlenerek yaşama devam edilebilir. Seyredilen; hasta bir nesil olsa da, hastalıklardan kâr sağlayan, feda-kâr aile büyükleri olsa da bunu fark ederek sağlıklı olmayı seçebiliriz. Toplumda birçok değerli insan genç yaşta hastalanıp bilgi birikimini aktaramadan pasif hâle geliyor veya ölebiliyor. Bedenimiz ve sağlık durumumuz ise dünyaya bırakılacak miraslar ve aktarılacaklar için önemli ve kıymetlidir. Öncelikle sağlıklı yaşam içinde olmayı kişinin kendi istemelidir; farkındalık ile ‘ben sağlıklı olayım’ hâline geçmeli, hastalıktan fayda ve kâr sağlama odaklı şuuraltı kabullerini bulup temizleyerek bunları dönüştürmelidir. Kendimizle, hayatla yaptığımız çeşitli anlaşmalar vardır ve bunların çoğu sözle yapılmıştır.  Sözle yapılan sağlık anlaşmalarını fark ederek bunların rahatsızlığa yönelik olanlarının iptal edilmesi önemlidir. Hasta olma korkularının kişiyi hasta etmesi muhtemeldir. Korku, korkulan şeyi çekebilir. Oysaki biz bu korkuların her birini farkındalık ve şuurla dönüştürebiliriz. Çünkü sağlıklı olmaya da hasta olmaya da kararı veren biziz. Sadece zihnimizle değil, şuuraltı ve kadersel tüm potansiyelimizle buna izin verir, onaylarız. Onay mercii insanın kendisidir. Bu dönüşüm yolculuğu içerisinde önce, yapılan anlaşmaları dönüştürelim. Kendi varlığımızı özümüzü dinleyelim. Beslenmede damağımızı dinleyelim. Kendimizle bir olarak, hayatla, gerçekten buluşmayı seçelim. “Derdime derman ararken derdim bana derman imiş.” denildiği üzere, dert zannedilen, hastalık ve sorun zannedilenlerin de faydaya ve sağlığa dönüştürülmesi; bir şuura geçmekle mümkündür. Hepinize sağlıklı yaşam dolu günler diliyorum. Ruh ve beden sağlığımız yerinde olsun.   Sevgilerimle Hoşça kalın. Kaynak: https://www.unalguner.com/d/11110/saglikli-yasamda-zihin-ve-duygularin-gucu
Mineral Zengini Işık Suyu ile Sağlıklı Yaşam

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Mineral Zengini Işık Suyu ile Sağlıklı Yaşam

on Ağu 01 2025
Güzel bir doğal kaynak suyuyla yapılan tuzlu su, sıvılaştırılmış yoğun enerji demektir ve günümüzde yer altı su kaynaklarının, yer altındaki o uzun yolculuğunda yoğun enerji bağlarıyla donatıldığı bilinmektedir. Bazı kaynak sularının yeryüzüne çıkıncaya kadar binlerce yıl yeraltında dolaştıklarının tespit edilmesinin yanı sıra kristal tuzun madde ile enerji geçişini sağlayan bir doğal şifa aracı olduğu da söylenmektedir. Özellikle yüksek basınç altında kristalleşen tuz, bir enerji kütlesidir. Tuzlu su ürününün iyileştirme gücü, sahip olduğu yoğun enerjiye ve doğal mineral zenginliğine bağlıdır. Su kıtlığı ve aşırı rafine edilmiş tuz tüketimi ve doğal tuz eksikliğinin ortaya çıkardığı rahatsızlıklar, tuzlu su kullanımı ile iyileştirilebilirler. Birçok rahatsızlık ve sağlık durumlarında vücudun kurumasını ortadan kaldırmak için tuzlu su içme kürü uygulanır. Cilt sağlığı rahatsızlıkları, göz kuruması ve yanması, grip vb. rahatsızlıklarda ise bir taraftan tuzlu su kürü ile vücuda içeriden yardım edilirken bir taraftan -tuzlu su kullanımı ile beraber- dışarıdan çeşitli yöntemlerle vücuda yardımcı olarak insanın sağlığına yeniden kavuşması sağlanabilir. Mineral tuz, insan vücudunun madde alışverişindeki en önemli görevlerini üstlenip vücudun doğal mineral ihtiyacını karşılarken aynı zamanda hücrelerin birbiriyle haberleşebilmeleri için ihtiyaç duyulan zemini de sağlar.  Bilinmelidir ki; mineral tuz ile doğal mineral ihtiyaçlarını karşılama ve iyileşme uzun sürer ve sabırlı olmak icap eder. Bu yöntem, ilaçla yapılan müdahalede olduğu gibi vücuttaki rahatsızlıkları bastırmak yerine vücutta eksik olan su ve tuz ile vücudun kendini iyileştirme gücünün yeniden devreye girmesini ve doğal sürecin iyileşmesini sağlar. Tuzlu su kürü; yemek yemek, nefes almak gibi ömür boyunca yapılmalıdır ki bu dünyaya veda edinceye kadar sağlıklı yaşanabilsin. Her gün için sağlıklı ve dinç yaşamanın yolu, öncelikle kaliteli sudan ve doğal tuzdan geçmektedir. Yaşlanmayı ve ölümü durdurmak zordur ama yaşlanma sürecini geciktirmek ve ölüm kapıyı çalıncaya kadar sağlıklı yaşamayı destekllemek ve sağlamak mümkündür. Işık Suyu diyebileceğimiz bu doğal tuzlu su kürünü şu şekilde hazırlayabiliriz: Işık suyunu hazırlamak için cam bir kaba ihtiyaç vardır. Bu kap; kapaklı bir sürahi, şişe veya kavanoz olabilir ve boyutunun küçük-orta boy olması yeterli olacaktır. Cam kabın üçte birine veya yarısına gelecek şekilde kristal tuz parçaları -kristal tuz bulunamaz ise Himalaya’nın kristal parça tuzlarından da tercih edilebilir- koyulur ve kabın içerisi temiz  içme suyuyla doldurularak kapağı kapatılır. Birkaç saat sonrasında ışık suyu hazırlanmış olacaktır. Bu kaptaki doymuş tuzlu su çözeltisi bir maya olmuştur ve içilen her bir bardak suya bu tuzlu su karışımından bir çay kaşığı -tada alıştıkça ve damağa göre bu miktar artırılabilir- eklenebilir. Burada tuzlu suya batırılan çay kaşığının tahta veya porselen olmasına özen göstermek kıymetlidir; şayet yok ise plastik kaşık da kullanabilir. Işık suyu kürünün faydası için kabın içinde tuz taneciklerini/kristallerini görmek önemlidir. Tane kalmadığında tuz ilavesi ile maya yenilenebilmektedir. Bedenimizin enerji ihtiyacını karşılayan yakıt nedir ve bedeni ne ile nasıl beslemeliyiz? Bilinenin ötesinde besinlerimizi sadeleştirdiğimizde, kökeninde hava, su, mineral, ışık ve bilgiyi buluruz. Bunların kalitesi ise yaşam kalitemizin göstergesidir. Suyu doğru şekilde aldığımızda görürüz ki incelmek isteyenlerimizin sağlıklı bir incelme sürecine girmesi, organında belli rahatsızlıkları olanlarımızın bedeninin enerjiye doydukça bedenlerinin kendi kendini iyileştirmesi gibi faydalı süreçler artmaya başlar.  Bilinmelidir ki, tüm bunlarla beraber duygu ve düşünceler önemli bir yer teşkil eder. Kişi enerji alımını kabul etmiyorsa, kodlarında almak yoksa, kişi almayı kabul edemiyorsa suyu, tuzu, nefesi ve ışığı da almayı varlığı reddedecektir. Oysaki bugün kabule davetliyiz. Hayattan enerjiyi doya doya alalım ve bedenimizin yakıtını, yakıtı olan enerjileri çağıralım, kabul edelim. Doğal enerji kaynaklarını kaliteli bir şekilde kullanalım.   Sevgilerimle Hoşça kalın.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/2640/mineral-zengini-isik-suyu-ile-saglikli-yasam
Evrenin Dengesinde Kendimizi Bulmak: Rahman ve Rahim Enerjinin Rolü

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Evrenin Dengesinde Kendimizi Bulmak: Rahman ve Rahim Enerjinin Rolü

on Ağu 01 2025
  Rahman ve Rahim; koruyan, kavrayan ve kapsayan olarak yerin ve göğün uyumla kucaklamasıyla sarar. Rahman enerji; biz biz olmamışken, bir şekle bürünmemiş ve bir rahimde şekillenmemişken dahi her hâlimizi bilen, bir şemsiye gibi koruyup rahmet edendir. Büyümenin, içsel güvenin, bir gücün desteği ile önünü görerek ilerlemenin kaynağı; bilmeden hissettiğimiz, bizi kavradığında huzur bulduğumuzdur. Hayatımızdaki yansıması baba, dünyadaki yansıması Güneş, bedenimize etkisi ise hareket etme isteğini yaratmasıdır. Rahim enerji; oluşumuzla birlikte bize kucak açan, şekillenmemize destek olandır. Merhameti, koruyuculuğu, her hâlimizle kabul edişi ile güvende hissettirendir. Hayatımızdaki yansıması annedir. Henüz oluşmaya başladığımız andan itibaren bizi kucaklayan, içine alandır. Gece gibidir, kusurlarımızı örter; Ay gibidir, baba ile bağ kurmamızı sağlar; bedendir, yaşama katılmamıza aracılık eder. Hayat dediğimiz anda Rahman ve Rahim enerjinin bir araya gelişini anlarız. Dengenin unsurları olan bu birleşme, sonsuz tanımlar içinde buluşur: Gece – Gündüz, Yin – Yang, Kadın – Erkek, Sol – Sağ, Arka – Ön, Geçmiş – Gelecek… Zıtlık; ikilik gibi görünse de aslında bir araya gelişi ile tamamlanmayı temsil eder. Uzak Doğu felsefesinde Yin – Yang sembolü ile anlatılan derinlik, tam olarak budur. Biz fark etmesek de her iki unsur kendi içinde dengeyi oluşturur ve tamamlanır. Gecenin içinde Ay, Güneş’in ışığını yansıtır. Güneş’in gücünü bir nokta kadar görürüz ancak bu, geceyi aydınlatabilecek kadar güçlüdür. Bu felsefede korunması icap eden “denge”dir ve aşırılıklardan korunarak huzura ulaşılır. Herhangi bir alana aşırı meyledildiğinde dengeyi sağlamak için bazı olaylar çekilebilir, dünya işlerinde aşırıya gidip manevi yanı duyamaz olmak ve sadece maneviyatla ilgilenme isteği nedeniyle maddi sorunları çekmek gibi. Bizi huzurlu kılacak olan, dengede olmamızdır.   Saygı ve Sevgilerimle Hoşça kalın. Kaynak: https://www.unalguner.com/d/9/evrenin-dengesinde-kendimizi-bulmak-rahman-ve-rahim-enerjinin-rolu
İfadelerin Gücü

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

İfadelerin Gücü: Yaşamın Ritmini Keşfetmek ve Kendinizi Yeniden Tanımak

on Tem 28 2025
Bu yazı, ifadelerimizin yaşam ritmimizi nasıl şekillendirdiğini ve kendimizi yeniden tanımlama gücünü keşfetmeye davet ediyor. İfadelerimiz; beden dilimiz, hastalıklarımız ve yaşadığımız olaylar aracılığıyla bize mesaj verir ve bu yansımaları kabul edip “an”da farkındalıkla hareket ettiğimizde hem içsel dönüşümü hem de gerçek şifayı deneyimleyebiliriz