Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Gerçeklik ve Hakikat Arasındaki Fark: Gerçeklik Neden Değişir?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Gerçeklik ve Hakikat Arasındaki Fark: Gerçeklik Neden Değişir?

on Ağu 08 2025
  'Senin için gerçek nedir, hakikat nedir?” Her bulunduğunuz ortamın, devrin bir gerçeği vardır. Bilimsel gerçeklikten örnek verildiğinde; yeni bir hâl, durum ispatlanana kadarki mevcudiyet, geçerli bilgi olarak bilimin gerçeğiyken, yeni hâlin oluşumuyla o ana dek kabul edilen gerçeklik silinebilir veya yeni bir gerçeklik algısı, yeni bir oluşum açığa çıkabilir. Şu anda ‘gerçek’ dediğiniz şeyler vardır ve bu gerçekler aslında yeni bir bakış açısı olana kadar geçerlidir. O yeni bakış geldiğinde ise verdiğiniz kararların hükmü ortadan kalkar ve siz yeni bir gerçekliğe ulaşırsınız. İçinde bulunduğumuz hâl, durum, açı, yer, yön ve zamana göre gerçekliklerimiz değişebilir; hakikat ise tektir, birdir; değişmeyen şeydir. Sizin şu anda doğru olarak kabul ettiğiniz şeylerin her birinin aslında kesişip, birleşip buluştuğu yerin adıdır hakikat; yani birçok doğrunun bir araya gelerek bütün bir küreyi, meydana getirdiği noktadır. Gerçekliklerimiz neden değişir; gerçek dediğimiz durum, sanal bir simülasyon mudur ve bizler bir hologramın içerisinde miyiz? Maddenin, dünyanın, çeşitli durumların, hislerimizin her bir tanesi gerçek değil midir? Her birimiz bu hayatta köklenebildiğimiz, hayatın gerçeklerinin içerisinde olabildiğimiz, ışığın illüzyonlarından arınabildiğimiz ve hakikat yolunda ilerleyebildiğimiz oranda bir gerçekliğin içerisindeyiz. ‘Benim şu andaki gerçekliğim bu.’ diyebilirsiniz. Evet atalarınızdan size gelen birçok gerçeklik, bilgi, inanç kalıbı vardı ama bunların her bir tanesi sizi buraya kadar getirdi ve buraya getirmek içindi. Siz bütün bunlardan özgürleşebilir ve yepyeni bir kararla, yepyeni bir açıyla hayata bakabilirsiniz. Her gün, her yeni olayda, yeni bir hâl ve yeni bir anda bu açıları ne kadar genişletebiliyorsanız, hakikate de o kadar yaklaşıyorsunuz demektir. Oysa bildikleriniz, bunlar benim gerçekliğim, ben bunlardan kopmam, diye oraya demir atıp bir bırakmama hâli içerisine girdiğinizde, o geçmiş sizi kapsayıp tutsak eder. Bu yol ve yolculuğun içerisinde ‘Dünyadaki son bilgi şudur, son realite budur, buranın üstü yoktur.’ diyeceğimiz herhangi bir insan, herhangi bir varlık realitesi, gerçekliği yoktur. Bizler hakikate doğru gideriz, hakikati, hakikatimizi ararız. Her birimizin ulaşacağı hakikatler ve bu hakikatlerin bir birliği vardır. Arkaya dönüp bakanlar, sürekli geçmişe tutunanlar, geçmişteki bilgileri referans alarak, ‘bak atalar şöyle demiş, hadi gel' diyenler olabilir; evet, onlardan yararlanabilmek çok önemli ama bununla beraber yeni bir devir de başlıyor. Bu olaya siz ne diyorsunuz, bu duruma, bu sisteme, gerçeğe, gerçekliğe siz nasıl bakıyorsunuz, sizin gözlerinden nasıl görünüyor ve siz kendi içinizden yansıttığınızı seyrederken, seyredenle buluşabilmek üzere buraya, burada olmaya, hakikate gelmeye ne kadar hazırsınız? Hakikatten ne kadar korkuyorsunuz, gerçeklikler sizi ne kadar ürkütüyor? Hazır olun ki gelen, sizi sevgiyle kucaklasın, hakikat sizi sevgiyle kucağına aldığında siz orada hakikatin içerisinde huzurlu olun.   Sevgilerimle Hoşça kalın.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56700/gerceklik-ve-hakikat-arasindaki-fark-gerceklik-neden-degisir
Sarkaç ve Pandülden Nasıl Faydalanalım? Enerji Temizliği Yöntemlerinde Kristal Taşlar

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Sarkaç ve Pandülden Nasıl Faydalanalım? Enerji Temizliği Yöntemlerinde Kristal Taşlar

on Ağu 08 2025
  Sarkaç veya pandül; herhangi bir zincirin, ipin ucundaki cismin (taş, kristal vb.) sallanması ile bize 'evet' veya 'hayır' yanıtını verebilen, kadim bir bilgelik sistemidir. Özellikle sıkıştırılmış kuartz, kristal, elmas ya da yarı değerli taşlar çevreye bazı ışınımlar yayarlar ve bizler bunlardan faydalanabiliriz. Bunların frekansı ne kadar yüksekse enerjileri de o kadar yüksektir. Sarkacınızın gümüş olması frekansın iyi iletilmesini sağlar ayrıca dokunulacak yerin de altın olmasında fayda vardır. Bunu sadece bir ipten de yapabilirsiniz yani herhangi bir taşa, bir cisme ip bağlayabilirsiniz. Mühendislik veya jeoloji sistemlerinde ileri seviyede çok ince açılarla çalışmak için de kullanılabilir.  Anlık bir şey lazım olunca, bir şey ölçmeniz icap ettiğinde sarkaç sistemini kullanabilir; doğanın ritmik uyumundan fayda alabilirsiniz. Araçların iyi olması elbette önemlidir ama asıl önemli olan sizsiniz. En önemlisi, sizin ruhsal görünüz, kararınız, ölçme sistemlerinizdir. Herhangi bir konuda -varsayalım ki birçok çalışma yaptığınız hâlde sezilerinizden, ilhamlarınızdan yeteri kadar fayda alamadığınız durumda ya da o an için başka bir alanda enerjiyi kullandığınız sırada- faydalanmak adına sarkaç sistemini uygulayabilirsiniz ama her zaman için ve her soru için değil…  Peki biz bu sistemi nasıl kullanalım ve bundan nasıl faydalanalım? Bir sarkacı elinize aldınız. Öncelikle onunla temas etmeniz önemlidir çünkü her madde canlıdır. Siz hangi maddeye canlı gibi değer verirseniz o da size canlı gibi cevap verecektir. Taşınızla temas edin ve sizinle çalışmak istiyor mu, sorun. Sağ elini daha çok kullananlar sağlarına, solu kullananlarsa soluna alsınlar. Takibinde ilk yapacağınız adım, Evet’inizi ve Hayır’ınızı sorabilmek olsun. Kalbinize bir bakın ve ‘evet’imi, hayır’ımı bana göster’ deyin.  Avucunuzu açın ve sarkaca sorun.   Size önce evet’inizi göstermesini isteyin. Bunu dediğinizde öncelikle ne yapıyor? Sağdan sola mı, soldan sağa doğru mu dönüyor, bunu belirleyin. “Bana hayır’ımı göster.” deyin ve onu da belirleyin. Başlangıçta, bazılarınızınki küçük küçük daireler çizebilir, zihniniz çok fazla müdahale etmek istediği için siz onu durdurabilirsiniz ya da birkaç gün hiç çalışmayabilir de. Zihninizi ve yorumunuzu -her türlü konuyla ilgili- oradan uzaklaştırabilmek önemlidir.  Sarkacı siz de yönlendirebilir, hareket ettirebilirsiniz ki bu gücünüz zaten var. Burada aslolan, doğanın ritmik uyumundan faydalanırken aradan çekilebilmenizdir. Sarkacı kullanırken sorularımızın cevabının evet ya da hayır olmasına özen gösterelim yani yoruma dayalı değil, net olan sorular soralım. Kâinattaki her cisim, her zerre, her cüz titreşiyor ve her an hareket hâlinde. Dünyamız da, yer de, varlığımız da her an titreşim hâlinde. Bizim kâinata, evrene sorduğumuz her türlü sorunun cevabı; beynimizin içerisinden maddenin, atomların içerisinin doldurulmasıyla, o anda bir titreşim olarak bize yansıtılıyor. Bunu birçok fonksiyonel hekim, parmak deneyleriyle, kinesyoloji testleri ile, kol-bacak indirme, kaldırma testleri ile yapabiliyor. Bunun yerine çok daha basit, çok daha kolay şekilde, doğrudan, kadimlerin de kullandığı sarkaç testini kullanabilir, bundan faydalanabiliriz. Dikkat edeceğiniz şey; zihninizi kenara çekebilmek, zihninizi orada yönlendirmek için kullanmaktan uzak durmak, mümkün oldukça elinizi sabit tutmak ve sorularınızı net bir şekilde ifade ederek kenara çekilmektir. Sevgilerimle. Hoşça kalın   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56699/sarkac-ve-pandulden-nasil-faydalanalim-enerji-temizligi-yontemlerinde-kristal-taslar
Ruhsal, Bedensel, Duygusal ve Zihinsel Arınma

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Ruhsal, Bedensel, Duygusal ve Zihinsel Arınma

on Ağu 08 2025
  Varlığımız aslında bir bütündür; beden duygu, zihin olarak birbirinden ayrı değildir. Her bir tanesi birbirini etkiler ve tetikler. Bedenimizin organlarıyla duygularımızın bağlantısı vardır. Duygular bedenimizi etkiler, hatta bedenimizdeki durumlar duyguyu yaratabilir. Örneğin; ne kadar korkarsanız böbreğiniz o kadar zarar görürken, böbreğiniz ne kadar zarar görürse o kadar korku üretebilir. Duyguda ve zihinde, eksikliği ve ihtiyacı tamamlamadığımızda, şuuraltı bize bedendeki eksikliği tamamlattırmaz. En iyi tıbbi müdahale bedenin kendi kendini iyileştirebileceği bir ortam yaratmaktır. Bunun için olumsuz duygular, düşünceler, toksinler, parazit, virüs ve bakterilerden bedeni arındırmak önemlidir. Bizler bu toksinlerden arındıkça bedenimiz de kendi işini yapmaya başlar. Evimizde gündelik temizliklerin yanı sıra nasıl ki bahar temizlikleri yapıyorsak, kendimizde de bu temizliği yapabilmemiz önemlidir. Bazen duygularımız ve fikirlerimiz, bazen de beslenmemiz ve hayat şeklimiz ile bedenimizde oluşan toksik birikimlerin temizliğini düzenli olarak yapabildiğimizde sağlıklı oluruz. Bunları yapamadığımızda ise çeşitli sağlık problemleri, yorgunluk ve isteksizlikler ile karşılaşabiliriz. Bazen bir öfke ya da kasılma hâli ile karaciğerimizi kirletirken, bazen de bir korku ve endişe hâli ile hormon ve su sistemi rahatsızlıklarına sebebiyet verebiliriz. Geçmişten gelen duygu izlerini, farkındalık ve helalleşmeler ile, beslenme alışkanlıklarını rutinden özgürleşmeler ile, yeni yapılandırma ve hayat şekline geçişi ise faydaya dönüşümler ile yapabiliriz. Burada önemli olan öncelikle samimi bir arınma niyetiyle bir yenilenme yolculuğunun içerisine girmiş olmaktır. Hafiflemenin, tazelenmenin ve tatların güzelliğini yaşadıkça bunu, hayatımızdaki bütün noktalar ile buluşturarak yeni bir bakış açısı ve yenilenmiş bir beden ile kendimizi ve hayatımızı sevebiliriz. Yaşamın tatlarıyla buluşmak, bedenimizin tatlarını keşfetmemizle olur. Bu keşif için tıkalı kanalları açmamız, o yolları yıkamamız, arınmamız ve tazelenmemiz önemlidir. Bizler tazelendikçe, yenilendikçe algımız ve görümüz berraklaşır.  Kendimizden razı ve seyrettiklerimizden hoşnut olmak için; beslendiklerimizle bedenimizi, bedenimizle de ruhumuzu şifalandıralım. Sevgilerimle, hoşça kalın   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56698/ruhsal-bedensel-duygusal-ve-zihinsel-arinma
Kutup ve Kutuplaşma: Pozitif ve Negatif Enerji Dengesi

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kutup ve Kutuplaşma: Pozitif ve Negatif Enerji Dengesi

on Ağu 07 2025
  Kutup ve kutuplaşmanın bilgisinden nasıl faydalanabiliriz? Bir olanın iki ucu vardır ve o iki uç, karşıtlık dediğimiz sistemdir; bu uçlar birbirini destekler ve birbirleriyle var olup kaimdirler.  Dünyayı gözünüzün önüne getirin, kocaman bir ekvator görürsünüz. Bir Kuzey Kutbu, bir de Güney Kutbu vardır; yani pozitifin de negatifin de bir toplanma, odaklanma ve merkeze geliş, merkezde oluş noktası vardır. Gökyüzünün krallığının da pozitif tarafıyla bir araya geldiği bir kutup noktası; negatifin, olumsuz enerjilerin toplandığı bir kutup noktası vardır. Aslında her ikisi de bir dengeyi teşkil eder. Kimisinin A, kimisinin B takımından; kiminin şu partiden, kiminin bu partiden olması; anneci veya babacı olması yani bir taraf olma psikolojisi de aslında bizim temel kutuplardaki kaymalarımızdan kaynaklanır. Hangi kutba yakın hissediliyorsa o kutba doğru çekim vardır. Bugün insanların çok büyük bir kesimi, maddenin cazibesinden dolayı dünyaya, maddeye ya da negatiften, olumsuzdan beslenme kutbuna doğru yoğun bir kayma eğilimindedir.  Bu kayma coğrafi olarak da benzer şekildedir: Kuzey Kutup Dairesi’nde buzullar gittikçe daha fazla erir, Güney Kutbu’nda ise çoğaldıkça çoğalır ve vakti geldiğinde aşağısı yukarıya, yukarısı aşağıya gelir ve denir ki, “O, her iki doğunun da, her iki batının da Rabbidir.” Negatif, başka bir alanda pozitife, pozitif de başka bir alanda negatife hizmet eder ve biz insanlar bu denge içerisinde tekâmül ederiz. Arada olanlar -kavganın arasına girenlerde olduğu gibi- doğal olarak birazcık pataklanabilir ama merkezde ve kendi merkezinde olmayı bilen ve şahitlikte olan için ise sadece seyir vardır, şahitlik vardır. Dünyanın çevresini gezeceksiniz; ekvator üzerinden gezerken yürüyerek ya da başka şekillerde gezmek yılları bile alabilirken hızlı bir jet motoruyla, çağımızın en süratli hava taşıtıyla bir gün içerisinde dünyanın etrafını turlayabilirsiniz. Peki tam Kuzey Kutup Dairesi’nde olsanız o noktanın içerisinde dünyanın etrafını nasıl dönersiniz, nasıl gezersiniz? Sadece kendi merkezinizde olursunuz, kendi etrafınızda döner ve dünyanın çevresinde dönüyor olursunuz. Yani eğer tam o kutbun, merkezin bulunduğu yerdeyseniz kutbun etrafında dönerken dünyanın merkezinde de dönmüş olursunuz. Siz ne kadar kutba, merkez noktaya yakınsanız dünya sizin için o kadar küçülür; size, çok küçük bir hareketle ekvatorun etrafını dönebilmenizi, bütün o manyetik alanların içerisinde hareket edebilmenizi sağlayacak hâl ve bilgi aktarılır. Buna olaylar üzerinden bakarsak; herhangi bir düşüncenin, bir takımın taraftarı olmaya doğru çekilenler, herhangi bir inanç sisteminin tarafları olanlar, onların aşırı bir şekilde savunucuları olanlar, bir dinin kurtarılması için savunuculuk rolünü üstlenmeye çalışanlar, bir dini kurtaracaklarını zannedenler, bir anlayış, bir inanç sistemini kurtaracaklarını zannedenler bilsinler ki dünyaya verilen her türlü bilgi, ilim, felsefe, dinsel ya da manevi eğitim sistemi  zaten insan için verilmiştir. Sizin onları savunmanıza ve kurtarmanıza ihtiyaçları yoktur, tabi gerçek olanlarının. Ama gerçek olmayan, üretilmiş olan da siz ne derseniz deyin kurtarılamaz. Herhangi bir yolun savunuculuğuna hiçbir zaman ihtiyaç olmadığı gibi, her birimizin doğru tespitlere, tespit ettiklerimizi doğru okuyarak kendimize onlardan fayda almaya ihtiyacı vardır. Bu bizi karşıtlıktan uzaklaştırır ve birliğe doğru götürür. Ülkemiz kuzey yarım kürede, kutuplar ile ekvator arasında, ortada bir bölgede, ılıman bir kuşaktadır. Yukarıya doğru gittikçe havalar soğur, aşağı doğru gittikçe ısınır yani ılımanlık içinde, dengeli bir yerdeyizdir. Dünyanın çevresini gezmek örneği üzerinden baktığımızda da Türkiye'den dünyanın etrafını çevrelerken bayağı bir yol kat ederiz.   Biz hayatın ne kadar kutupsal bir noktasındaysak, ne kadar merkez bir noktasındaysak ve ne denli merkez bilgiden, kendi gönlümüzden, Öz’den akan ile beslenir hâldeysek o zaman hiçbir takımın, hiçbir şeyin tarafını tutmak gibi bir olayın içine dahil olmayız.   Her yerde, herkese eşit uzaklıkta, eşit mesafede olduğumuzda, daha merkeze çekiliyor, dünyanın ve kürenin merkezinden tüm yüzeyleri eşit uzaklıkta görmeye başlıyoruz ve bu sefer bu kutupsallık; merkezî bir noktadan küresel bir algılama ve anlayış sistemine ulaşıyor ki bugün anlatılan, insanlara dikte edilmeye çalışılan küreselcilikten farklı olarak, gerçek bir küresel anlayışın, farkındalığın içerisine kapısından girmiş oluyoruz. Birçok kelimeyle işin zayıflatılması, bilgilerin içlerinin boşaltılmasıyla, çok kıymetli kavramlar; zamanla bir çoğumuzun zihnine olumsuz frekanslar olarak yerleştirilmişti. Küresel bakış ve küresel anlayış da bunlardan bir tanesidir.  Hepimizin anlatılan, gösterilen gibi olmayan küresel bir anlayışa; birbirimizle kucaklaşmaya, birbirimizdeki ortak noktaları görmeye ihtiyacımız vardır. Birimizde olan duygular, hâller, davranışlar hangimizde yok? Her biriniz, insan olarak, insani tüm vasıflarla mevcutsunuz. Tabi ki seçimlerinizden ve bazen kendinizi daha fazla geliştirdiğiniz ya da daha az geliştirdiğiniz alanlardan dolayı şu anda bu hâl ve bu seviyede, bu durumda bulunabilirsiniz ama bunların hiçbir tanesi sizi öteye koymaz. Öteye koyan kişi, ayıran kişidir. Ayırmaya ihtiyaç duyan kişi, farklı açı ve pencerelerden bakmaya yönlendirilen, kendini yönetemediği için iradesi ele geçirilen kişidir. Bu da bir seçimdir, buna da ihtiyaç olabilir. Bu tip kutuplaşmalarla o olumsuz dediğimiz negatif kutbun tutsaklığında, oranın yönetimi altına giren, orası tarafından yönetilmeye ihtiyaç duyan kişiler de olabilir. Onlar da eninde sonunda hayra hizmet edecektir. Onlar da eninde sonunda dünyanın kıyamı, uyanışı ve yenilenmesi için bir malzeme olacaktır. Bu oluşlar sırasında faydanın, hangi kutuptan beslenileceğinin ve o kutuptan beslenirken nasıl bir merkeze gideceğinin bilgisi; merkezinden görüp seyrederken o merkezin içerisinde, alemin etrafında dönüp her biri tarafından selamlanacak bir yer ve hâlin içerisine nasıl geçileceğinin bilgisi, her birinize anbean akmakta, verilmekte ve hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmalara rağmen her birimiz yine de kendi potansiyelimize ve kaderimize göre seçimler yapacağız. Her birimiz gücü kendi merkezinde toplayan, kendi merkezinden ışığı saçan ve  gönlünden, kalbinden saçılan o ışıkla; birbirimizi besleyen ve beslendikçe birbirimize ayna olarak, güzel dualarla, şükürlerle esas olanın yüreğimizden ve kalbimizden kendimize akmasına müsaade ederek; Bir’in içinde birlikle kucaklayarak ve kucaklaşarak; karşıtlıktan, zıtlıktan, taraf olmaktan, taraf olanın bertaraf olacağı hâl ve durumlardan özgürleşerek bu yepyeni, tam da kendi merkezinde, merkezden seyredilen hâlde buluşan olalım. Sevgilerimle, hoşça kalın   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56697/kutup-ve-kutuplasma-pozitif-ve-negatif-enerji-dengesi
Hayata Köklenmek ve Bütünsel Gelişim Stratejileri

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Hayata Köklenmek ve Bütünsel Gelişim Stratejileri

on Ağu 07 2025
  Şu anda problem zannedilen birçok konunun, rahatsızlığın, sorunun, birçok kişinin hayattan tat alamamasının en önemli sebeplerinden biri köklenmeyi “Ya nedir ki bu köklenmek denilen şey?” diye hafife alınmasıdır. Bir insan köklenemediğinde hayata bağımlılıklarla köklenmek durumunda kalır. Dünyada yaşamayı seçiyorsunuz, istiyorsunuz, buna dair bir talebiniz var ve bu tekâmül programına, bu dünya okulu dersine katılıyorsunuz fakat buradaki hâlleri, durumları anlayamadığınızda, buraya yeteri kadar adapte olamadığınızda bu adaptasyon için bir şeylere ihtiyaç duyuyorsunuz. O da hayat aynasına burayı kabul edebilmek için çeşitli bağımlılıklar olarak yansıyor. Şöyle düşünelim; öncelikle biz dünyaya annemizin göbek kordonuyla kökleniyorduk. Köklenme alanımız göbek kordonumuzdan annemizin karnıydı ve bir süre sonra oradan bağımızı kestiler. “Yeter, buraya kadar, annenden bu kadar.” dediler. Oradan köklenme kesilince bu sefer de dediniz ki : “Mademki alıştığım kök burası, o zaman beni anne beslesin.” Bu sefer de annenin memesiyle köklenmeye başladınız; emerek, tat alarak dünya ve hayatla bağ kurmaya başladınız ve takibinde “Bu da buraya kadar, daha fazla buradan da köklenemezsin, burayla bağ kurman da bu kadarcık.” dediler. Bu sefer anne tarafından kaşıkla, annenin elinden ya da annelik eden kişi tarafından dünyanın çeşitli nimetleriyle beslenmeye başladınız. Bir gün dediler ki “Annen de artık seni beslemeyecek, sen kendin yiyeceksin, kendin besleneceksin”. İşte o noktadan, o aşamadan itibaren her biriniz belki de biraz yardımla, biraz destekle bu hayat içinde kendi kendinizi beslemeye, büyütmeye, doyurmaya başladınız. Ama bir taraftan da belki başkalarının sizi beslemesi, bir annenin sizi beslemesiyle ilgili oradaki kayıtlarınız devam etti. Ve bir kısmınızın hâlâ bu bilgisi, oradaki alışkanlığı devam ediyor da olabilir. Dünyaya o andan itibaren ne kadar köklenmeyi, topaklanmayı seçtiyseniz, bu topraklanma ile ilgili çeşitli adımlar attıysanız, bu dünya hayatının size verdiği güzelliklerin mahsullerini kendiniz toplamaya başladıysanız, köklenmeye başladınız demektir. Ve böylece aslında dünyadan tat da almaya başlarsınız. Fakat diyelim ki bazılarınız köklenemedi, topraklanamadı. Peki bu kimseler nasıl bir köklenme ve topraklanma seçti? Bağımlılıklarla... Kimisi sigara alışkanlığıyla köklendi, kimisi alkolle, kimisi çeşitli madde bağımlılıklarıyla –ki bu madde bağımlılığının çok geniş tutabiliriz- kimisi parayla -yani para bağımlılığıyla, parasız hiçbir şey olmaz sanarak- kimisi geçmişe köklendi ve geçmiş bağımlılıklarıyla, geçmişle bağ kurdu. Bunların her bir tanesi bir köklenme yolu ve sistemiydi. Kimisi gitti ailesiyle bağ kurdu ve bağımlı bağlar oluşturdu. Annesiyle, babasıyla, kardeşleriyle o kadar bağımlı bağ kurdu ki bu bağlardan ilerleyemez oldu. Çünkü aynı zamanda her türlü bağımlılık ilerleyebilmemiz konusunda önünüzde bir engel teşkil eder. Evet, o alan için bir fayda, bir koruyucu alan oluyor. “Güvendesin, buradasın, bak senin bağların var.” telkini yapıyor; öte yandan ise bağımlı bağlar sağlıksız bağlardır. Peki biz şimdi bağ kurmayacak mıyız? Elbette kuracağız ve sağlıklı bağlar kurabilmemiz de çok önemli. Yani ailemizle gerçekten sınırları bilerek, haddi bilerek, doğru alışverişler ve doğru sevgi bağları oluşturmak çok kıymetli. İşte bunlar bizim köklenmelerimiz. Arkadaşlarımızla güzel bağlar kuracağız. İşimizle, iş yerindeki dostlarımızla da... Ama bunlar ‘bağ’. Peki bunlar ne zaman bağımlılığa dönüşüyor? Biz sevgi bağlarını, hayatla gerçekten kurulması gereken doğru bağları, irtibatları, bağlantıları yapamadığımızda, kuramadığımızda ise, ne oluyor? Kişiler muhtaç hâle gelerek, çeşitli muhtaçlıklarla bağ kurmak durumunda kalıyor. Özellikle ekonomik yokluklar, gıda yoklukları, diyelim ki çeşitli alanlarda çekilen sıkıntılar, aşırı tutkulu gibi görünen aşklar ya da ilişkiler... Bunların her bir tanesinde, doğru bağ kuramamak vardır. Yoksa hiç kimse gidip de aşkından kimseyi öldürmez. Oysa gerçek bir sevgi bağı kurulmadığında, aşk zannedilen hâl ve durumla, bağımlı bir bağ kurulduğunda, bu bağ kıskançlık yaratır, kişinin sevdiğini zannettiği kimseye zarar vereceği bir hâl ve durum yaratır. Köklenmek, doğru köklenmeyi hatırlamak ne kadar önemli ve ne kadar kıymetli. Şöyle bir şey var ki toplumdaki belki de olumsuz birçok davranışın, birçok ilişkideki sorunların temelinde doğru köklenememek var.  Onun için eğer sık sık taşınıyorsanız, göçebe gibi yaşıyorsanız, sık sık iş, ilişki değiştiriyorsanız, herhangi bir yerde fazla kalamıyor, bulunduğunuz hâl ve durumdan çok çabuk sıkılıyorsanız, o ortam ve durumları hemen terk edip başka hâllere, durumlara geçme isteği doğuyor, dünya yeteri kadar lezzet ve güzellik vermiyorsa, herhangi bir durum ve hâlden şikayetler hâlindeyseniz bunlar köklenemediğiniz içindir. Köklenmenin önemli bir bilgisi, önemli tüyoları vardır. Dünyaya köklenemeyen, onunla bağ kuramayan kimse dünyanın tadını alamıyor.  Ve böylece köklenebilmek için geçmişe ihtiyaç duyan, geçmişle köklenenlerse alınan hediyeleri çeşitli şekillerde bırakamama örneğindeki gibi kendilerini sürekli olarak geçmişteki anıları taşımak zorunda hissediyorlar. Geçmiş ailesine karşı normalin ötesinde, aşırı sorumluluk alma ihtiyacı duyuyorlar; kendi bedenlerinin, hayatlarının sorumluluğunu almak yerine bedenlerine eziyet ediyor, onu hasta ediyorlar. Bunun yanı sıra asıl amaç, bedeni iyileştirmeye çalışıyormuş gibi çeşitli yerlerde moda rahatsızlıklara karşı önlemler almak, “Ah bunda bu varmış, şu şöyleymiş, hadi şu pazardan beslenelim.” gibi tavra girmek de değil. Bunların her bir tanesinin içinde siz gerçekten tat alıyor musunuz? Asıl mesele bu. Köklenmenin bir sürü yol ve yöntemleri vardır. Kimisi hayattan tat ve lezzet alarak, güzelliklerle, çok güzel tatlarla buluşarak köklenebilirken, köklenemeyenler de -hissetmedikleri için- hissedebilmek üzere çeşitli unsurları, enstrümanları hayatlarına davet ederler ki bunlardan bir tanesinin adı acıdır. Acıtılarak, acı ile kendini burada hissederek köklenir. Yani kendinizi burada hissetmek için çağırdığınız çeşitli etkenler aslında sizi buraya köklerler, o etkenlerle kendinizi burada hissedersiniz. Öyleyse kendinizi dünyada, burada hissedemiyorsanız köklenemiyorsunuz demektir. Bazen “Ben bu ülkeye, ben bu dünyaya, ben bu aileye ait değilim, yani bir köküm yok.” denebilir. Hayır, öncelikle buraya ait bir tarafımız var. Ama tabi ki ruh ve madde gibi iki tane ayrı unsurun, birbirine tamamen zıt iki unsurun birleşiminden meydana geldiğimiz için bir taraftan burada, dünyada, dünya tarafında maddeye, dünyaya kökleneceğiz; bu, ağacımızın aşağıya doğru olan kökleri ve dalları olacak. Öte yandan ruhsal bir varlık olarak göğe köklenip oradan toplayacağımız meyvelerin kökünden besleneceğiz ki onların da kendilerinden alıp hayata ve dünyaya, maneviyata ulaştıracağımız şeyler de tabi ki başka olacak. Aslında her şey tam da orada, odaklanarak baktığınızda çok kolay gelecek. Zorluk zihinde, ezberlerimizdedir. Ve bugüne dek köklenemediğiniz, köklenmekte zorlandığınız için bazen inanç kalıplarıyla köklenmeyi seçtiniz. Bu sebeple birçok töresel, aşırı inançsal sistemlerin temelinde ‘yeteri kadar bağ kuramamak’ vardır. Oysa bağlarına güvenenler için daha da özgürlük bulunur. Yani özgürleşebilmek için doğru köklenmek ve köklerinizle bağ kurmak, hayattan, dünyadan beslenmek ve hem beslendiklerinizi uygulayabilmek hem de onları ruhunuza ve maneviyatınıza, özünüze gönderebilmek kıymetlidir. Bundan sonra bu sefer de rüya alanlarınız devreye girer, ifadeleriniz devreye girer, halleşmeleriniz ve hâletleriniz devreye girer. Öyleyse an be an hayatın içinde bulunabiliyorsanız, burada sunulan tatları alabiliyor ve hakkını verebiliyorsanız, aldığınız tatlar içerisinde gerçekten bir şükür halinde iseniz bu dünyaya kökleniyorsunuz demektir. Eğer şikâyet halindeyseniz ve bu şikayetlerinizden dolayı da sürekli dedikodulara, başkalarını yargılamaya yöneliyorsanız bu sefer de köklenemediğiniz için bunu yapıyorsunuz demektir. Sistem için de okumanız gerekiyor, hayatı okumanız... Hayatı okuyunca hayatın güzelliklerini görüp bilebiliyorsunuz. Ama hayatın matematiğini bilemediğinizde, anlayamadığınızda da itiraz ediyorsunuz. Oysaki her olan müthiş bir matematikle oluyor ve bu matematiğin içinde biz sadece orada olup seyretmeye davetliyiz. Seyirde olmak dengede olmayı gerektirir. Ama bazen kişiler dengesinden çıkar, merkezinden saparak bir yönde aşırıya giderler. Herhangi bir yerde aşırıya gitmenin sebebi köklenememektir. Bağımlı ilişkilere muhtaç olanlar; hayatla gerçek sevgi bağları kuramadıkları için böyle yaparlar. Ya da bedenlerine iyi bakmayanlar; bedenle, hayatla kendilerini tam olarak burada hissedemedikleri için köklenemiyor, bu yüzden kendilerine zarar veriyorlar. Aslında her birimizin yapacağı şey çok kolay: Sakince ve burada olarak bakmak. Bazen, hayat çok karışık gelebiliyor, diyebilirsiniz, aslında okuyamadığınız için öyle geliyor. Sakin bir köşeye gidin ve hayatınıza bir bakın, hanginizin bugüne kadar herhangi bir talebi kabul olmadı, bir gözlemleyin. Bir kere her birinizin mutlaka istediği ve talep ettiği bir şey olmuştur. Ama olmayanlar da var derseniz de onların da olabileceği mekanizmalar ve matematikler de vardır. Hayatı zorlaştırmak isteyen sizdiniz çünkü ‘zor olursa kıymetli olur ve ben değerli olurum’ zannediyordunuz. Bu inanç kalıbı da köklenemediğiniz içindi.  Her birimizin bu hayatta köklenebilmek için hayatlarımızı sevmeye ihtiyacımız olduğunu hatırlayın. Hayatınızın her an güzel tatlarını ve lezzetlerini alın. O eski şikâyet eden taraflarınızdan özgürleşerek, her ifadenizin bir “OL” olduğunu hatırlayarak kendinize yeni bir başlangıç hediye edin.  Köklenebilmek için önce kendinizi sevin. Size verilen hayatı kucaklayın. Kucakladıkça kucaklanacağınızdan emin olun. Şu ana dek nerede aşırıya gitmişseniz, aşırı bağımlı bağlar kurmuşsanız bu bağlar için “Evet şu ana kadar buna ihtiyacım vardı. Şu anda bu sigaraya, bu alkole, bu madde ya da para bağımlılığına, bu ilişki bağımlılığına ihtiyacım vardı.” “Evet, iyi ki şu ana kadar da bunları yaptım.” deyin. Diyeceksiniz ki, “Ya olur mu, bu kadar zaman sigara içtik, bu iyi olur mu hiç?' Ama onun elementiyle, enerjisiyle bir bağ kurdunuz. Yaptığınız hiçbir şey için kızmayın ve suçlamaya yönelmeyin. İhtiyacınızla buluştuğunuzu fark edin. Merkezinizde olmaya özen gösterin. İçeride korku ve endişe frekansları ile kirlettiğiniz hayatların izleri sizi de kirletebilir. Bilin ki sizden yansıyan hayat anbean sizinle var oluyor. Bunun için de sizin yapacağınız şey aynayı düzeltmek değil; aynaya yansıttığınızı iyileştirmek. Öyleyse ân’ın hakkını vererek ve sunulan tatları gerçekten almayı kabul ederek güzel, neşeli, eğlenceli hâller yaşayın. Aşırılıklardan uzak olun ve bilin ki ne diliyorsanız size o verilecek.  “And olsun ki kıyamete kadar insanın istediği ona sunulacak.” Sevgilerimle, hoşça kalın   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56696/hayata-koklenmek-ve-butunsel-gelisim-stratejileri
Ruhsal Tekâmülde İradenin Önemi: Ruhun Kası Var Mıdır?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Ruhsal Tekâmülde İradenin Önemi: Ruhun Kası Var Mıdır?

on Ağu 07 2025
  Ve buna da “hayat içerisinde kendimizi geliştirebilmek, ilerleyebilmek; bedene, duyguya, zihne hâkim olabilmek, kararlarımızda netleşebilmek ve tekâmül edebilmek için acaba hangi enstrümana ihtiyacımız vardır?” diyerek tamamlayıcı bir soru ilave edelim. Hayat içinde iradelerini iyi kullanan insanların karar verebilme güçlerinin çok daha yüksek olduğunu görürüz. Örneğin; bugün dünyada babadan, anadan yani aile vesilesiyle değil de kendisi zengin olan insanların - mesela CEO’ların, ya da yüksek maaş alan insanların - karar vericiler olduklarını görürüz. Bir karar vererek çok yüksek paralar, kazançlar elde ederler. İşte bu karar verebilme gücü aslında ayırt edebilme gücüdür. Biz, doğruyu yanlıştan, pozitifi negatiften anbean ayırabilme gücümüzü geliştirdikçe, aslında ruh kaslarımızı geliştiririz. Yani bir davranışın, herhangi bir durumun bize faydalı ya da faydasız olduğunun idrakidir bu. Ve o idrake göre adım atabilme yani fark ettiğini hayat içinde uygulayabilme melekemiz ise iradedir. Ve biz ne kadar iradeliysek ruh kaslarımız da o kadar güçlü yani, madde üzerindeki hâkimiyetimiz o kadar yüksektir. Diyelim ki bedeninizi geliştirecek, kaslarınızı güçlendirecek ya da bedeninizi daha sağlam, zinde ve dinç hâle getireceksiniz. Ne yaparsınız? Egzersizler... Bacaklarınız için yürüyüşler, koşular, hareketler yaparsınız. Kollarınız için bazen ağırlık kaldırırsınız, barfiks yaparsınız, şınav çekersiniz. Çeşitli hareketlerle fiziksel kaslarınızı hareket ettirir ve bunları güçlendirirsiniz. İşte irade kaslarımızı da bu şekilde çalıştırmamız bu yüzden çok önemlidir. Yani karar verdiğiniz bir konuda irade göstererek, ‘’bunu yerim, bunu yemem’’ dersiniz. Onun için oruç mekanizmaları vardır. Sadece beslenmeyle ilgili de değil; söz, alan korumak ya da herhangi bir alışkanlık konusunda da iradeyi doğru kullanmak ve iradenin gücü ile orada gerekeni yapmak çok önemlidir. Burada tabii ki iradeyi çeşitli noktalardan etkisi altına alan durumlar olabilir. Özellikle duygular, duyguların da ötesinde duygusallıklar yani duygularla insanı aşağı doğru çekme gibi çeşitli olaylar, frekanslar iradeyi zayıflatmak üzere çeşitli görevler yapabilirler. Özellikle, çeşitli korku ve endişe imajinasyonları ya da kodlamaları iradenizi zayıflatılabilir; sizin hayatınızla, geleceğinizle ilgili karar verebilmenizle ilgili sizi zayıflatabilir ya da önünüze engeller koyabilir. Onun için iradenizi en küçük basamaktan başlayarak güçlendirmek çok önemlidir. Yani küçük antrenmanlarla, küçük oruçlarla… Örneğin; belli bir saat kadar konuşmama orucu gibi, belli bir yere gitme-gitmeme, belli bir işi yapma-yapmama, telefon orucu, sosyal medya orucu gibi... Eğer belli bir programa bağımlılığımız varsa, o programın bağımlılığından korunma orucu gibi… Oruçla şunu bileceksiniz ki; “varlığımı idare eden benim ve bu beden içerisinde benim sözüm geçer.” Şayet kendinize, hayatınıza ve kendi varlığınıza sözünüz geçmiyorsa işte o zaman başkalarının sözü geçer; dış tesirler sizi yönetmeye başlar. Dış tesirler sizi yönetmeye başlıyorsa da o andan itibaren artık siz kendi varlığınızın efendiliğini dışarıya, başkalarına vermiş olursunuz. İşte bu sebeple insanların çok büyük bir kısmı başkaları tarafından yönetilir hâle gelir. Oysaki sadece o “bir” olana; özünden, varlığından, Yaradan'dan aldığı gücü, enerjiyi tam olarak hissedip kulluk etmek önemliyken kula kulluk etmeye başlanır. İşte bugün gerek reklamlarla gerekse çeşitli sosyal medya kanalları ya da görsel algılarla kişinin iradesi ele geçirilebilir, başkaları tarafından yönetilebilir. Onun için burada iradeyi geliştirebilmek en önemli unsurlarımızdan bir tanesidir. Gerçek ruhsallık, iradenin güçlenmiş olması ve bunun kişinin varlığının yani özünün yolunda kullanılabilmesidir. “Dediğim dediklik” değildir.  Böylesi yine hırsın, öfkenin, kızgınlığın, arkada egonun yönetimi altında olmaktır. İşte irade bunları birbirinden ayırır. Hangi alanda olursa olsun, doğru karar verebilme, seçim yapabilme; yaptığınız seçimin gelişiminize, tekamülünüze faydası olup olmadığının bilgisiyle gelişmesi durumudur. Eğer bunu gerçekten ruhunuza, varlığınıza hizmet amacıyla değil de sadece maddi konfor ve dünyanın size sağlayacağı alan içerisinde düşünürseniz, bu “sığ” yaklaşım da sizi maddeye kul, köle hatta mahkûm edebilir.  O yüzden ruh kaslarımızı güçlendirelim; irademizle hayatımızı, geleceğimizi faydaya yani bütüne katkıya yönlendirelim. Sevgilerimle   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56695/ruhsal-tekamulde-iradenin-onemi-ruhun-kasi-var-midir
Kalp Çakrası ile Spiritüel Dönüşüm: Cennetin Anahtarı Nerede?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kalp Çakrası ile Spiritüel Dönüşüm: Cennetin Anahtarı Nerede?

on Ağu 07 2025
  İnsanların cennetin anahtarını arama yolculuğu binlerce yıla dek dayanıyor. Hatta bu amaç doğrultusunda bazen çeşitli topluluklar, fraksiyonlar haritalar veya çeşitli vesika ve tapular sattılar. Ya da ‘’Gelin sizleri cennete götüreceğiz.’’ tarzında bazı vaatlerle birçok yolculuklar ya da çeşitli eylemlerde bulundular.  Peki gerçekten cennetin anahtarı nerede? Cennet kelimesi ‘yeşil alan' demek. Sizin yeşil bölgeniz; yeşil enerji merkeziniz ve çakranız... Yani kalp gözünüzün, kalbinizin bulunduğu alan. Siz burada ne zaman huzurlu, sakin olursunuz ve kalbiniz açılmış bir ‘Lotus’ gibi olursa, işte asıl o zaman en müthiş şekliyle dünyada bir cennet ortamı ve hâli yaşıyor olursunuz. Bazı toplumlarda, dünyada ne kadar zorluk yaşanırsa, beden ötesinde de cenneti o kadar hak edecekleri inancı mevcut. Hint fakirlerinin anlattığı gibi ‘’Bu dünyada çok eziyet çekersen öteki tarafta çok güzel şeyler yaşarsın.’’ söylemi doğru değil. Daha doğrusu biraz çarpıtılmış. Oysaki, yukarısı aşağıya ve aşağısı da yukarıya yansır. Yani, siz yeryüzünde nasıl bir hayat yaşıyorsanız, ‘cennet’ dediğimiz yerde de burada yaşadığınız hâlin yansıması olacaktır.  Asıl olarak; kalbinizin, yüreğinizin huzurda olmasından bahsediyorum. Yani, cenneti bu dünyada yaşamaktan. Çok eğleniyormuş, çok mutluymuş gibi görünen insanların birçoğunun gönülleri kapalı olduğundan oralarda cennet huzuru değil, cehennem sıkışıklığı yaşanmaktadır. Peki şimdi, bugüne kadarki hayatınıza bir bakın. Gerçekten hayatını cennet edenlerden misiniz yoksa cehennemin içerisinde; kendini suçlayarak, yargılayarak, kendine kızıp birilerinden şikâyet ederek öfkeyle, kızgınlıkla olumsuz birçok duygunun kendini ele geçirdiği bir ateşin içinde misiniz? İşte bu kendi ellerinizle oluşturduğunuz, yarattığınız bir cehennemdi. Tıpkı Kur'an'da örneklenen “Cehenneme gelirken yeryüzünden odunlarını kendin getirirsin.” ibaresinde olduğu gibi. Yani buradan götüreceğiniz odunlar; işte bu dünyadaki öfkeleriniz, kızgınlıklarınız, korkularınız, endişeleriniz ve aşırı tutunup, bağımlı olup bırakamadıklarınız. Demek ki dünya ile doğru bir bağlantı kuramadığınızda, hayatı tanıyamadığınızda ve burada aslında Yaradan ile iş birliği yapamadığınızda olan şey; içinde timus bezinin de bulunduğu göğüs kafesinizin tamamen kapatılması ve bunun, olanlara itiraz ve isyan etmenizle sizi belli bir hâle getirmesidir. İşte tam burada cennetin anahtarı devreye giriyor. O da tüm bu yaratımların, yaratılmış olanın O’ndan ötürü kabulü, sevilmesi ve onaylanmasıdır. Yani olan her şeyin aslında müthiş bir matematikle var edildiğini görebilecek bir şuur keskinliğine sahip olduğun oranda olanı kabule geçebilmendir.  Ve kabulünün gücü anahtarının gücüdür. Yani siz olanı ne kadar iyi okuyabiliyor ve o matematiğin içerisindeki sırları, sihirleri ve mucizeleri ne kadar görebiliyorsanız o kadar şevklenip o denli coşuyorsunuz. Nitekim, coştuğunuz oranda da yüreğiniz o denli açılıyor; ki o açılan yer de, kapanan yer de cennetin kapısıdır. Onun için belki onu bugüne kadar hep dışarıda aradınız. Bir gün Hz. Muhammed'e cennet ve cehennem nerede diye soruyorlar. O da soruya bir soruyla cevap veriyor: “Gece ile gündüz nerede?” İşte gece ile gündüz neredeyse, sen neredeysen senin cennet ve cehennemin de orada olacak. Öyle ise, hayatınızı cennet eyleyebilmek için önce bugüne kadar yaşadıklarınızı ve hayatın kendisini, evreni doğru bir şekilde okuyun. Bir karıncanın hayatının muhteşemliğine bakın, bir yaprağın içindeki detaya bakın. Uzayın, kâinatın büyüklüğüne ve sizin bu yeryüzü içerisinde belki bir kum tanesi kadar bile olmayan varlığınıza ve bir o kadar da yüceliğinize bakın. Tüm bu güzellikleri okudukça, Yaradan'ın o mükemmel matematiğini ve müthiş mucizelerini görüp fark edecek ve bu fark edişle beraber de müthiş hayretler yaşayacaksınız. Hayranlıkla, 'Bu ne kadar hoş bir duygu.' diyeceksiniz. Varoluşta bir nokta kadarken bu kadar değerli ve önemli, ama yukarıdan bakıldığında da bir zerre olduğunuzu ne kadar fark edebiliyor ve bu zerreden bakarken de kâinatın merkezi olduğunuzu ne kadar görebiliyorsanız, işte göğsünüz de o kadar çok açılacak. O, temizlene temizlene açılıp çıkacak içeriden ve daha da coşacak. Yeni anahtarlarla yepyeni kapılar açacak. Çünkü, cennetin de içten içe doğru 7 kapısı var ve onlar da sizin yine kendinizde sakladığınız ‘kendilerinizsiniz’. O hâlde gelin, kendinden kendine giden bu yol içerisinde kendimizle buluşarak özümüze, aşka, davet edildiğimiz yere akalım. Ve akışın içerisinde ‘akan’ olalım. Sevgilerimle   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56694/kalp-cakrasi-ile-spirituel-donusum-cennetin-anahtari-nerede
Nefes Teknikleri ve İçsel Denge: Beş Elementin Gücü

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Nefes Teknikleri ve İçsel Denge: Beş Elementin Gücü

on Ağu 07 2025
  Bedenimizin ve dünyamızın doğası 5 elementten oluşur. Aslında 4 elementtir ancak ortadaki merkez ile birlikte 5 olur. Kalbiniz, ateşiyle bütün bedeninizi ısıtır, sevgiyle sevinçle ışıldar. Ve eğer güzel yanarsa, bir kül bırakır. O külüyle toprağı; dalağını, mideni, pankreasını oluşturur. Eğer sağlıklı bir toprak oluştuysa ayağını yere sıkı basarsın ve kontrolcülüğü bırakırsın. Ve kıymetli bir toprağın içerisinde, kıymetli mineraller-elementler oluşur. Bu oluşan elementler aslında akciğerin, kalın bağırsağın, cildindir. Burada eğer otoriteyle-sistemle-doğru kural koyma ile barışırsan, hayatını prensiplerle yönetip, kolay alıp kolay bırakabilirsen, hayat içinde akarsın. Metal erir, suya dönüşür; su akar ağacı besler. Hayatı, dünyayı besler.  Bazen ateşi sınırlandırır, bazen de toprağa yön verir. Ve sen ne zaman güzel bir şekilde hayat içinde akarsan, sevgiyle ve sevinçle coşarak akan bir nehir olursan; bir taraftan ağaçları, doğayı besleyip yemyeşil yapar, anbean yeni doğumlar meydana getirirsin. Ve en önemlisi hem toprağı beslersin, hem ateşi beslersin. Eğer ateşini, sevincini ve neşeni besleyen güzel bir su isen, bu sefer hayat senin için çok tatlı ve lezzetli bir dünyaya dönüşür. Ama oraya bu suyu donduracak korkuyu, endişeyi koyarsan, bu sefer hayat soğur. Hislerin, duyuların, duyguların çalışmaz ve dünyadan isteksiz bir şekilde soğumalar ve kopmalar başlayabilir. Bu sefer yeryüzüne-dünyaya topraklanamaz, ayağını bastığın yeri bilemez ya da tanıyamaz olabilirsin.  Oysa ki, kalbine izin verdiğinde kalbin der ki : “Gel şu dünyayı sevelim, ateşimizle yepyeni topraklar zeminler üretelim.”  Kalbi iyi çalışanın, sevgiyle çalışanın, ince bağırsakları da bu sefer doğru neşeyi üretir. Neşenin içerisinde kahkaha vardır, kabul vardır, tatlar ve lezzetler vardır. O, içimizdeki çocukluktur.  Çocukluğu güzelce kucaklayan, kabul eden, bu sefer yetişkinliğe yani toprağa geçer. Ayağını yere sağlam basan, köklenen, kökleyen; hayatın tatlarını, pankreası ile çok iyi alabilecek bir hal ile güzel kan üretir. Dalağında, kemik iliğinde, bir sürü yerlerde ürettiği faydayla bedene hayat, can verirken; hayatındaki diğer insanlara da sevgi, neşe, üretkenlik katar.  Takibinde metal başlar. Metal babadır, otoritedir, alışveriştir. Almayla vermeyi dengeleyen için; nefesi almak ve nefesi bırakmak vardır. Her aldığın nefesi sonuna kadar bırakabiliyorsan, her aldığın nefesle güzel bir bağlantı kurabiliyorsan, hayat senin için her an açan bir çiçek gibidir. Bu sefer alışveriş, senin için bir tat ve lezzet olur. Bilirsin ki, sevginin dışındaki her türlü alışverişin bir karşılığı vardır: Bu bazen bir teşekkür, bir şükür, bir selamdır. Ya da karşılığında bir ödeme yaparsın. Ama her bir tanesinde alışverişi dengede tutarsın.  Bunlarla birlikte hayata cesaretle, coşkuyla akan bir nehir gibi yumuşadığında; o metal, bir bakarsın ki toprağı da, dünyayı da, hayatı da, bitkileri de, çiçekleri de, başka insanları da müthiş bir akışın içerisinde besler. Ve o akan, sen olursun. Akışta, akanda akan olarak buluşan olalım.  Hoşça kalın.  Sevgilerimle   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56693/nefes-teknikleri-ve-icsel-denge-bes-elementin-gucu
Zaferlerimiz Olsun

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Zaferlerimiz Olsun

on Ağu 07 2025
  Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yolundaki en önemli zaferlerden birinin yıl dönümüdür 30 Ağustos Zafer Bayramı. Canları pahasına, yaşadığımız toprakların özgürlüğü ve bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşan yüce ruhlardan Allah razı olsun, yolları ışık dolsun. Yeni Zelanda, Avustralya, Hindistan, Mısır ve daha birçok devletin kandırılan gencecik çocukları, dünya insanlığını kurtaracaklarını zannederek üzerimize salınmışlardı.  Ardından Yunanistan, İtalya, İngiltere, Amerika ve Fransa, topraklarımızı paylaşım hesapları yapıyorlardı.  Bugün Irak ve Suriye’nin başına gelenlerin daha ötesi gibi… O gün milletimiz, çoluğu, çocuğu, anasıyla boyun eğmedi dışarının zulmüne, baskısına ve hesaplarına… Bugün dünyayı dize getirmeye çalışan uluslararası örgütler ve taşeronlarına karşı o gün dimdik bir duruş ve bağımsızlık mücadelesi olmuştu.  Benzer ekipler, farklı isimlerle bugün de sahnedeler, hem de insanlığın maneviyat ve zekasıyla dalga geçmeye çalışarak…  I.Dünya Savaşı’nda yarım milyon Osmanlı askeri, Kurtuluş Savaşı’nda ise cephedekilerin yarıya yakını firar etmiş, korkup kaçmış, kurtuluşa ereceklerine güvenememişlerdi. Bugün de halkın belki yüzde elliden fazlası korku, endişe ve paniğe kapılarak, küresel örgütlerin maşalarının oyununa gelmekte ve vicdan cephelerinden kaçarak, kolayı seçtiklerini zannetmektedirler.  İnsanın en büyük düşmanı olan, cahillikle savaşı, insanlığın aleyhine şu ana kadar devam etmekte... Bilim ve din, insanlığın kurtuluşu için en önemli iki unsurdur. Ancak bilimin de dinin de yobazlığından sakınarak, zaferimiz bilgi, bilgelik ve ancak iman ile olacaktır. Dışarının kancalarından, sahte korku ve algı mühendisliklerinden özgürleşelim… Zafer Bayramımız kutlu olsun!   Sevgilerimle...   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56692/zaferlerimiz-olsun
Sakinlik ve Manevi Bağlantı: Hayatın Derin Anlamını Keşfetmek

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Sakinlik ve Manevi Bağlantı: Hayatın Derin Anlamını Keşfetmek

on Ağu 07 2025
  Vurdumduymazlık, umursamazlık sakinlik değil içerideki telaşı bastırmak için kullanılan bazı negatif yöntemlerdir. Ertelemek, ötelemek ya da vurdumduymazlık ile değil, eminlikten, özgüven ve iç huzurdan kaynaklanan sakinlik hayatımızın içerisinde müthiş bir netleşme meydana getirir. Bu netlikle birlikte yönümüzü, nereye gideceğimizi ve gelecekle ilgili nasıl plan program yapacağımızı görebilmek mümkün olabiliyor. Bir çoğumuzun bulunduğumuz bu dönemde gelecek kaygısı olabilir, yarın ne yaşayacağımızın belirsizliği ile birlikte bazı telaşlar yaşayabilir ya da herhangi bir sisteme herhangi bir kuruma öfke duyarak sakinliğimizi kaybedebiliriz. İnsanlar evlerine çekildiğinde aslında sakin sessiz bir alan içinde hayatlarına bakıyorlar ve sakin bir şekilde hayatlarını gözlemleme şansına sahip oluyorlar. Bu her birimiz için çok özel bir fırsat, yani bambaşka bir dünyaya doğmadan önce bu yeni dünyamızı yeniden organize edebilmek için açılan kapının içindeyiz. Bundan sonra olacakların hiçbir tanesi bildiğimiz gibi olmayacak. Dünya yepyeni bir hâle, bir doğuma giderken eğer biz de kendi ebeliğimizle, farkındalığımızla; kendimizi doğuracak bir şuurdaysak yeninin içinde ilerleyebileceğiz. Diğer türlü bildikleri ile gitmeye çalışanlar daha fazla yorulup daha fazla çaba harcamak durumunda kalabilirler. Şu anda hayatımızın öyle bir zamanındayız ki bir sıçrama mı yapacağız yoksa bir gerileme mi? Bu zaman içinde olaylara ne kadar sakin bir şekilde bakabilirsek o kadar faydalı olacaktır. Dalgalanmayı yapan en önemli sebeplerden bir tanesi duygular yani stres, endişe, beklenti, korkulardır. Ben nasıl var olacağım ya da varlığımı nasıl devam ettireceğim sorusunun karşısında kişi eğer biraz sendeleyip kendine, hayata veya sisteme güvenmiyorsa bu sefer panikleyebiliyor. Bildiğim bir şey vardı bundan sonra ne olacak? Elimdeki imkânlar fırsatlar ne olacak?  Hayat bize diyor ki gel önce kendinde ol önce dinginleş. Gitmek istediğin her şeye şimdi yeniden bak...  Peki sadece sakinleşerek bütün bunlar olabilir mi?  Bu umursamazlıkla değil, öz farkındalık ve eminlikle çözülecek bir sakinlik halinde olabiliyor. Her birimiz şunu bileceğiz, biz öyle bir koltukta oturuyoruz ki oturduğumuz koltuk bize Yaradan tarafından özel bir bilet ile ayrıldı. Allah’ın rüyasının içerisinde öyle bir film seyrediyoruz ki Yaradan'ın yanında başköşedeyiz ve deniliyor ki senin için mükemmel bir organizasyon yaptım, gel şimdi şahitlik et... Yani bu yaratılanın en mükemmel şekilde olduğunun farkındalığına ulaş. Ne kadar fark ediyorsan fark ettiğin ölçüde hiçbir şeye dokunmayacaksın. Ne kadar çok şeye dokunmak ve değiştirmek istiyorsan da koltuğunda o kadar rahatsızsın ya da olanın mükemmelliği konusunda şüphelerin var demektir. Bizler de bulunduğumuz dönemde nelere dikkat etmeliyiz, neleri geliştirmeliyiz bir daha bakabiliriz. Özellikle şu dönemde durağanlık gibi görünen yavaşlamada hızlandıracağımız taraflar var, çünkü başka zamanda beden ve hayat içerisinde çok hızlıydık. Ruhsal gelişimimizi, manevi tarafımızı, gelecek planları yapmamızla ilgili olan taraflarımızı yavaşlatmış olabiliriz. Manevi, ruhsal gelişme sadece ibadet etmek değil bir çalışma, emek demektir. Tabi ki ibadetlerimizi yapacağız fakat asıl olan neyi neden yaptığımızı bilerek kendi içsel huzurumuzu kurabilmek. Bütün ibadetlerin amacı aslında kendi içsel cennetimizi oluşturmaktır. Cennetin oluşması demek bizim huzurla buluşmamız demektir. Huzurla buluştuğumuz anın, yerin adı işte o sakinlik... Bazen çalkantıya da ihtiyaç duyulabilir altın üstüne gelebilmesi için bu da bir ihtiyaç olabilir. Eğer dipte bir şeyler kaldıysa tabi ki bunlar kaldırılıp ters düz edilecektir. Bu da bizim hayrımıza, faydamızadır fakat bunlar olduktan sonra dahi sakinleşebilmek durulaşabilmek aslında sadeleşebilmek önemlidir. Sadeliğin yoluna gidişin adı sakinliktir. Sakinlik bir “yin” enerjidir yani yatay enerjidir. Biz o yatay halin dinginliğin içerisinde en yüksek eril potansiyeli, pozitif enerjiyi ortaya çıkarabiliriz. Herhangi bir ibadet ne kadar yatay gibi görünse de o dinginleşmenin içerisinde aslında yüksek bir pozitif, manevi bağlantı enerjisi ortaya çıkabilir. Yin-yang işaretinde siyahın içindeki o küçük beyaz o kadar güçlü ve etkilidir. Diğer şekilde beyazın içindeki o küçük siyah o kadar güçlü ve etkilidir. Yani ne kadar sükûnette ve sakinlikteysek yaratım gücümüz pozitif enerjiyi kullanabilme yetkimiz o kadar fazladır. Bazen olumsuz bir yaratımım neden bu kadar kolay oluyor da çok daha olumluda zorlanıyorum diye düşünebiliriz. Olumsuz gibi görünenler, aktarılanlar, ifade edilenler gerçekten çok daha hızlı bir şekilde yaratılabiliyor. Bunun sebebi içerisinde yine aynı mekanizmanın olmasıdır. O zaman biz aslında nerede dikey yani eril ve nerede yatay yani dişil olacağımızı doğru tespit etmek durumundayız. Sükûnet, sakinlik, sadelik, sessizlik bunların her bir tanesi yatay enerjidir. Fakat yatmak değildir yani bir şeyin sanki karanlıkla üzerinin örtülüp ama onun içerisinden ruhsal, manevi bağlantılarımızın sezgilerimizin ilhamlarımızın hayata geçmesi ile alakalıdır. Bizler sakinleşebilmek için çeşitli teknikleri yolları kullanabiliriz. Nefesi, nefes tekniklerini; düşüncelerimizi, imajinasyonlarımızı belli hareket sistemlerini ve bilgilerimizi kullanabiliriz. Aslında bunların her bir tanesi çeşitli yol ve yöntemlerdir, burada en önemlisi bunları idrak ile yapabilmektir. Benim dediğim gibi olmuyor diye sisteme öfkeleniyorsanız, kızıyorsanız kontrol etmeye çalışıyorsanız tabii ki sakinliğinizi kaybederek bir dalgalanma veya çalkantılanma meydana getirebilirsiniz. İşte bu çalkantılar, çalkantılı olayları hayatınıza davet eder. Nerede uyanıyorsak, ister ifadede ister olayda, rüyada ya da halde uyandığımız an itibari ile o kader döngüsünü değiştirebiliriz. Öncelikle şu soruyu soracağız, ben gerçekten uyanmak istiyor muyum? Hayat rüyasında ya da ruhsal rüyanın içerisinde gerçekten bir uyanış yapmak istiyor muyum?  Hakikat ile buluşmaya cesaretim var mı?  Sakinlik yani senin kendinle baş başa kalman kendinle birleşebilmek üzere bu birleşme için ilerleyebilmen, aynıyı aynada görebilmen ve gördüğünden de bir kabul ile şikâyetten, suçlamadan, yargılamadan öte, yaratılanın gerçekten ısmarladığının tam da ihtiyacına göre olduğunu fark edecek kadar kabulde misin? Bunların her bir tanesi aslında bir idrak ile sakinliğe geçmek. Diğer durumda yani bulunduğun yerden sürekli bir şikâyet halindeysen aslında kendinden, kendinle olmaktan hoşnut değilsen kendinle kalamıyorsan ve kendinle buluşamıyorsan aslında kiminle buluşuyorsan buluş onunla da buluşamıyorsun, onunla da eninde sonunda ayrılıklar ya da çeşitli şekilde itişler yaşıyorsun. Herbirimiz kendimizle buluşabilmek için buluşmalar yaparız. Çocuklarımızla, ailemizle, karımız ya da kocamızla, aslında asıl hedef kendimizle buluşabilmektir. Onların her bir tanesi bizim kendimizdeki sükûnete sakinliğe ulaşabilmemiz için hayatımızdadır. Asıl olan muhabbettir ve muhabbetin aslı da insanın kendisiyle olan kendi varlığıyla, özüyle, Yaradan'la muhabbet edebilmesidir. Yani hayatın dilini okudukça aslında hayatın bizimle nasıl konuştuğunu, konuşanın perde arkasında Yaradan olduğunu ve onunla selamlaşarak an be an gördüğümüz seyrettiğimiz kişilerin, ısmarladıklarımızın, hayatımızın içinde figüranlık yapıyor gibi görünen insanların her bir tanesinin müthiş vazifeler yaptığını fark ederiz. Biz de onlar için bir vazifeli olarak nasıl güzel bir figüran olduğumuzu ve bir şekilde onların kullandığı ve kullanılan rol gereği onların ihtiyaçlarını giderirken, bizim de ihtiyaçlarımızı gideren insanlar, varlıklar, canlılar olduklarının teşekkürü ve şükrü ile akarız.   Sevgilerimle...   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56691/sakinlik-ve-manevi-baglanti-hayatin-derin-anlamini-kesfetmek
Zorunluluklardan Özgürleşmek: Hayatınızı Kolaylaştırmanın ve Geliştirmenin Yolları

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Zorunluluklardan Özgürleşmek: Hayatınızı Kolaylaştırmanın ve Geliştirmenin Yolları

on Ağu 07 2025
  Zorunluluklardan özgürleşmek, insanın kendi hayatında farkındalık kazanması ve bilinçli seçimler yapmasıyla mümkün olabilir. Hayatın içinde karşılaştığımız zorluklar, dik yokuşlar, engebeli yollar hayatımızda bize sunulmuş olabilir. Böyle zamanlarda da düz yoldaymış gibi gidebilmeyi isteriz. Bir taraftan biliriz, o dağın zirvesine gideceğiz ve orada buluşacaklarımız bize güzel tatlar verecek sunulanlar bize çok büyük mutluluklar verecek. Bu nedenle evet kimi zaman o dağın zirvesine çok emek sarf edeceğimiz yola gideriz. Kimi zaman insan hayatının düzlüklerindeyken olayların ve konuların biraz zorlaşmasını talep edebiliyor. Daha zor olduğunda keyif alarak ancak bu şekilde bir iş yaptığını işe yaradığını hissedebiliyor. Yeteneklerini gücünü kendisine ve başkalarına böyle gösterdiğini düşünüyor. Bir çoğumuz öncelikle kendimizin ve dışardaki insanların çeşitli onaylamaları için zorlukların geliştirici olduğunu zannederiz. Evet güçlenmek için bazen gerçekten de daha fazla emek vermek daha ağır yükler kaldırmak gerekebilir. Ruh kaslarımız ve bedensel kaslarımız bu şekilde güçlenebilir. Fakat güçlenmenin zorluklarla ya da çeşitli acılar ızdıraplar şeklinde olması şart değildir. Biz seçimlerimiz içerisindesevgi, güzellik ve kolaylık diliyle bize anlatılmasını da seçebiliriz. Bu sebeple öncelikle ifadelerimizde kullandığımız gereklilikler, zorundalıklar, -meli, -malı veya mecburum gibi ifadelere bakabiliriz. İfadelerimiz bizleri hayatın içerisinde bazı zorunda olma hallerine doğru götürebilir. Hayatınızda herhangi bir zorluk, bir dik yokuş, bir ısrar hali varsa içeride inat ettiğiniz bir taraf vardır. Direnç gösterdiğiniz tarafı fark ettiğinizde, bu bazen bir enerji halinde yatayda olmak, bazen tembellik yapmak, hayatınızın herhangi bir konusunda ilerlemekten kaçınmak ya da bir konuya başlamakta direnmek gibi bir enerji hali olabilir. Eğer gerçekten hayatının amacının ne olduğunu, bu dünyada neden var olduğunu bilmeyip fark etmeyip yanlış yollara sapıyor ya da durağan bir halde yaşıyorsan, zorundalıklarla bir yere gitmek durumunda kalırsın. Bu durumda olan kişilerin çoğunlukla kullandığı ifadeler zorundayım, mecburum, bu bana gerekli, yapmalıyım şeklindedir. Kendini bu mecburiyetlerle yaşamak zorunda bırakır ve bu aslında bir tür esarettir. Kişi bu esareti kırabilmek ya da buradan çıkabilmek için öncelikle ifade ettiklerine bakabilir ve burada farkındalık oluşturabilir. İfadelerini fark edip dönüştürürken, bu ifadelere neden ihtiyaç duyduğunu doğru tespitlerle anladığında aslında zorluk gibi görünen durumları kolaylaştırabilir. Dünyanın çeşitli yerlerine bakalım, özellikle çok savaş çıkan coğrafyalara, çok deprem olan yerlere. Hayatın çeşitli zorlamalarıyla insanların hareket ettiği yerlere bakın. Bir çoğunda insanların o bölgelerde yatay bir tekamüle geçtiklerini yavaş ilerlediklerini değişim ve dönüşümden kaçtıklarını göreceksiniz. Doğa, hayat, dünyada çeşitli sosyal olaylar dahil... Onları bazen bir göç ile, bir halden başka bir hale geçmeye, hareket etmeye, ruhsal, zihinsel, fiziksel ya da duygusal olarak ilerletmeye zorlayacaktır.  Biz insan olarak gelişmeye ilerlemeye namzet görüyorsak kendimizi o zaman illa bir zorluk, korku, endişe, ödül ya da mükafatla hareket etmek durumunda değiliz. Gerçekten insan olmanın sorumluluğu ile hayatımızın nereye gittiğini ve amacını bilerek o amaca hizmet edebiliriz. Bu şuurla seçimlerimizi yapıp sorumluluklarımızı alarak zorunluluklardan ve mecburiyetlerden özgürleşebiliriz. Gerçekten yapmamız gerekeni bilerek adım attığımızda hayatımız kolaylaşacak. Hayatlarımızı kolaylaştırmanın diğer bir anlamı için yani hayatlarımızı güzelleştirmek için bunu yapacağız. Bir yerde güzellik tohumlarını ekeceğiz ki hayatımız kolaylaşırken bir taraftan da gelişerek ilerleyelim. Kimisi sadece kolaylığa odaklanır evet kolaylaştırılır fakat bu şekilde gelişme de olmayabilir.  Hem gelişerek hem ilerleyerek hem de bu güzelliklerle buluşan olalım buluştuklarımız bize huzur, mutluluk ve lezzet versin.    Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56690/zorunluluklardan-ozgurlesmek-hayatinizi-kolaylastirmanin-ve-gelistirmenin-yollari
Birbirimizin Hâlinden Anlamak: Empati ve Sempati Arasındaki Farklar

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Birbirimizin Hâlinden Anlamak: Empati ve Sempati Arasındaki Farklar

on Ağu 07 2025
  Eğer hayatı okuyamıyorsan, AN’ı okuyamıyorsan, uyanamıyorsun. Biz eğer bir duyguyu, düşünceyi, bir kişinin halini okuyamıyorsak o kişi ile ilgili herhangi bir tespitte de bulunamıyoruz. Hali, haletleri okuyabilmenin bilgisi çok önemli fakat bir diğer önemli durumda halleri okurken tarafsız bir şekilde okumak. Karşımızdaki insanları kendi renkli gözlüklerimizle okuyabiliyoruz. Gözlüğümüz pembeyse pembe, kırmızıysa kırmızı olarak kendi önyargılarımız ile görüp bir algılama içerisine girebiliyor, yorumlarımız ve tespitlerimiz de taraflı olabiliyoruz. İşte belki de beynin algı yönetimi sistemlerinin bu algı oyunlarıyla yönetilebilmesi, sizin belli yönlere yönlendirilebilmenizin algı mekanizması tam da burada yatıyor. Biz diyelim ki herhangi bir insana yardım yapacak mıyız, yapmayacak mıyız? Ya da bir insana yardım yapacaksak diyelim ki bir bilgi, fikir, şifa, maddi ya da duygusal herhangi bir hal ile çevremizdeki bir kişiye akacaksak bunun kuralı sistemi yasası ne olmalı? İşte empati kanunu sistemini biliyorsak bu alanları çok kolay bir şekilde yönlendiriyor olabileceğiz. Bir taraftan da empati kanunu başka, sempati kanununun başka şeyler olduğunun farkında olmamız iyidir. Ve bunların bizim üzerimizdeki etkileri bizim çeşitli duygular ve olaylar içerisinde yaşadıklarımızın etkilerini anlamak okumakta başka bir şey ve kendi içinde de derinlikleri var. Diyelim bir kadın ya da erkek bir ilişkinin içerisinde eğer empati yeteneği eksik ise ne yapıyor, karşısındakinin halinden anlamıyor. Her birey kendi bulunduğu hale odaklandığında bu sefer başka insanların ne yaşadığını nasıl bir halde olduğunu anlayamadığı için okuyamadığı için bir empati kuramadığı için bu sefer çeşitli çatışmalar meydana geliyor. Çeşitli sosyal ortamlarda başka insanlarla ilgili empati kuramıyorsanız o zaman asosyal kişilik durumlarına götüren bazı durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Bazı kişilerde çok sosyal gibi görünüp sadece kendi dünyasında yaşıyor fakat hayatla bir empati kuramıyor. Bizim empati yeteneğimiz doğuştan olsa da zaman içerisinde yaşanılan negatif durumlardan dolayı sertleşip katılaşarak empati kurmaktan korkabiliyoruz. Çok büyük bir çoğunluğun kendini izole etmesi sertleştirmesi katılaştırması aslında içeride çok yumuşak olan hali koruma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Kendini korumasız hissetmek koruyamayacak kadar alansız, alanını belirleyemeyenler sert ve katı duygu düşünce duvarları örerler. Kendilerini hissizleştirdikleri ve sertleştirip katılaştırdıkları için de empati yetenekleri azalmıştır hatta kaybolmuştur. Birisi o sert duvarın içerisine girdiği zaman da bu sefer su gibi bir hal bulabilir. Bu gibi kişilerin dışı çok serttir ve o sertlik ve katılık birçok kişinin dışarıda empati kurmamasına ve kendini korumak için duygularını, zihnini sertleştirmesine yol açıyor. Örneğin kimisi aşk acısının olduğunu onun için de sevmekten korktuğunu söyler. Alanını belirleyemediği için bağımlılıklarla dünyaya bağ kurduğu için bu sefer hayatın güzelliklerini, sevgisini yaşamaktan korkan ve insanların da sertlikleri ve katılıklarıyla empati kuramama durumları oluyor. Bu kişinin yine kendi tercihi oysaki bir kişi ile sempati kurabilirsiniz ondan hoşlanabilirsiniz, fakat bu sempati olsa da geçmişten getirdiğiniz duygusal birikimler, miraslar, bildikleriniz o anda yeni bir inanç kalıbı olarak servis edilir. İnanç kalıbı karşınızdakinin size yine bildiğiniz gibi davranmasını sağlar. Bir ilişki içine girersiniz bu ilişkide evet seçiminiz zaten sizin ihtiyacınıza göredir fakat siz o ihtiyacı devam ettirdiğiniz için size yine aynı bildiğiniz davranış tekrar edilir. Onun için değiştireceğiniz ya da dönüştüreceğiniz aslında sizsiniz kendinizsiniz, bazıları sürekli dışarıyı değiştirmek durumunda kalır değiştiremeyeceğini bile bile. Dışarıyı değiştirmeye çalışanlar hayat aynasında sadece aynayı kazımaya çalışıyorlar. Kendilerini okuyamadıkları için dışarıyı suçlayanlar aslında içeride kendilerini de suçluyorlar. Bunlar özellikle korkuya endişeye ve korktukları için olaylardan ve kişilerden kaçarak kişinin korktuğu ile buluşmasına sebep oluyor. Siz herhangi bir yerde geçmişte yaşadığınız bir olayın acısını, korkusunu, problemini üzerinize yapıştırdığınız da etrafınızdaki birçok insana da belli bir mesafe koymak durumunda kalıyorsunuz. Örneğin ben kadınları biliyorum diyor kişi, kadınlar hep şöyledir... Bir diğer kişi de ben erkekleri biliyorum erkekler hep şöyledir diyor. Bu bakış açıları zaman içinde kadın ve erkek karşıtı insanları ortaya çıkarmıştır. Hayır, sen böyle olduğun için karşına çıkan kadınlar ya da erkekler böyle oluyor. Bu bakış açıları güvenmemeye sebep oluyor. Aslında güvenle birlikte gerçek empati başlıyor. İnsan olarak her birimizin diğer canlılardan çok daha fazla empati yeteneği var. Mesela herhangi bir acınacak durumda olan insanın haline de enkarne olabilir bir kişi ve o zaman o empati kişiyi artık bir özdeşleşmeye götürür, bu da özdeşleşme yani kendisi gibi görme halini yaşatır. Herhangi bir yardıma ihtiyacı olan kişiyle empati kurabilirsin ve o empati eğer bir özdeşleşmeye dönüşür bir acıma ile birlikte o kişiye akmaya dönüşürse işte o zaman o kişi sana kendi kaderini aktarır. Gerçekten yardım etmek amacıyla yardım etseydin bu başına gelmeyecekti. Sen eğer herhangi bir yansımana acıma duygusundan uzak, tepeden görmekten uzak, ilahi irade yasalarına güvenle, adaletsizlik var yargılarını bırakarak bakabiliyorsan o zaman her şey yolunda ve seni destekliyor. Kader yaratırken, kendi kaderlerimizi seçerken ve yaşarken empati kanununu doğru ya da yanlış kullanmamızın çok büyük önemi var. Kişinin acıma, aşağı görme ile özdeşleştiği hal, kendi hayatına yansıyabilir. Suçladığı, bu böyle yapılmaz o öyle olmamalıydı sen yanlış yapıyorsun diye yargıladığı durumlar ise empati kanunun başka çeşididir. Ben olsaydım yapmazdım, ben olsaydım böyle davranmazdım diyorsan o zaman sen ol diyor sistem bak bakalım nasıl davranacaksın. Hayatın yasaları çok net... Duygu seni yönetir hale geliyorsa o zaman onun adı duygusallık oluyor ve duygu senin iplerini ele geçiriyor. Duygu zenginliği önemli bu duygusallık demek değildir. Duygularını dönüştürmek ve duygularından özgürleşmek için düşüncelerini özgürleştirmeye ihtiyacın var. Düşüncelerini özgürleştiremeyen duygularını nasıl özgürleştirsin... Bizler dünya içerisinde seyrettiğimiz her türlü durumlarla empati kuruyoruz. Bir hayvanın bir yerine küçücük bir şey olduğunda nasıl canımız yanıyor onun yaşadıklarını içeride hissediyoruz bu çok kıymetli bir şey fakat bu empatinin dozunu içeride ayarlayabilmekte kıymetli. Eğer olana yargı ile empati kuruyorsan bir kader transferi yapıyorsun. Ya da sen dünyada herhangi bir yerde bilerek bir canlıya zarar verdiysen onun kokusu tesiri üzerine siniyor. Aynı zamanda iyinin güzelliğin de kokusu üzerine siniyor. Öyleyse neyle empati kuracağız... Güzele, güzelliğe odaklanıp oraya akacağız... Empati kuracağımız şey hayatımızdaki insanların güzel tarafları olacak güzel taraflarına odaklandıkça o taraflar görülecek. Bu diğer tarafları görmezden gelmek değil odaklanacağınız yer önemli. Annenizden de babanızdan da aldığınız bir sürü özellik var ama annenizden aldığınız bazı özellikleri beğenmiyorsunuz diyelim. Bunları iade edebilme hakkınız var ve iyi taraflarla beslenme hakkınız var. Siz oraya empati ile odaklandığınızda yoğunlaştığınızda orayı büyüteceğinizden emin olacaksınız. Hiçbirimiz annemizi babamızı doğduğumuz coğrafyayı inkar etme hakkına sahip olmadığımız gibi inkar edenlerin de gözüne gözüne sokulacağı bir dünyada yaşıyoruz. Onun için evet sen bu anneden, bu babadan, bu dünyada, bu coğrafya, bu ülkede, bu zaman ve mekanın kesiştiği tam da burada dünyaya geldin. Bu senin için en iyisi en ideali ve en mükemmeliydi ve sen şimdi bu doğduğun coğrafyanın içerisinde bu yemeklerin içerisinde her şeyi yemek durumunda değilsin. Yemeğini, kaderini, halini faydalı ile kuracağın empatilerle seçebilme hakkın var. Yani dayatılmış bir kader değil, sunulanın içerisinde doğru seçimi yapabilme özgürlüğün var. Zaten bu özgürlük olmasaydı dinlerin anlattığı cennet ve cehennem sembolleri olur muydu? Bu seçim senin kendi özgür iradenle yapabileceğin bir seçim. Hiç kimsenin dayatacağı bir şey değil. Biz nereye odaklanırsak o odaklandığımız yer içerisinde aslında kendimizi seyrediyoruz. Seyrettiğimiz yer çoğalıyor açılıyor ve oradan gelenler ise tekrar bizi besliyor. Etrafını çevreni ne ile besliyorsan, nerelere akıyorsan, o aktığın şeylerle besleniyorsun.  Biz beslediklerimiziz... Yardım ettiklerimiz, etrafımıza anlattıklarımız, ifade ettiklerimiz, duyurduklarımızla besleniyoruz. Duyurulan seni besliyor. Kim duyuruyor? Sen duyuruyorsun, duyduklarınla besleniyorsun. Etrafında kimlere akıyorsun kimleri hangi duygularla beslemeye çalışıyorsun? İşte o beslediğin senden çıkan besin aslında senin gıdan. Dileyene akacağız dilenenden uzak duracağız. Dilenenler gerçek dilek kapısını kapatmak üzere iş ve görev yapan negatifin ve yatayın unsurlarıdır. Sebepsiz yere acıtasyonlarla negatif enerjinin sunumlarıyla dilenenler olmasaydı bir çoğunuz gerçek dileyenleri görecektiniz. Gerçek ihtiyaç sahiplerini görebilmenin önündeki engel dilenenler. Yani acıtasyonla sizi sömürenler. Birçoğunuz oltayı yediniz yani gerçekten dileyene değil de dilenene kaydınız. Çünkü bu sizlerin de içerisindeki dilenen kapısının açık olmasından kaynaklanıyordu. Öyleyse biz de dilemenin kapısını açtıkça dilenmenin kapısını kapatacağız. Yani empati kuracağımız yer dilek kapısından olacak taleplerimiz sadece Allah’a olacak. Hiç kimse bizim taleplerimizi onun izni olmadan karşılayamaz. Herhangi birisi bize şifa veremez bize herhangi bir yardımda bulunamaz. Sen ruhunun borazanısın senin ifadenle talebin dillendirildiğinde ancak bir aracı gönderilebilir. Talep eden varsa talep edenin talebi karşılanabilir. Şimdi bir bak bakalım nerelerde ne kadar yarım ifadeler kullandın nerelerde almaktan kaçtın. Almaya dünyaya hayata maddeye kadına kibir ettin. İşte bunların her bir tanesinde biz dilemenin kapısını kapatmıştık, dilemenin kapısını açanlar için dilenmenin kapısı kapanıyor. Öyleyse hayatımızda gerçekten faydalıyı alabilmenin yolu her birimiz için her an açık. Fakat seçimi biz yapacağız. Bazen soruluyor faydalı ile faydasızı nasıl seçelim? Talep ettiğin yerde buluşma noktasında olman önemli ve sen eğer bu zamanla bu dünyayla empati de değilsen burada olamıyorsun. Kendinizle empati kuramıyorsanız kendi bedeninizle duyularınızla duygularınızla bir empati kuramıyorsanız burada olamıyorsunuz. Buradaki hal ile durum ile empati de ol. Sen orada değilsen, buluşma noktasında değilsen neyi alacağının kararını veremediğin gibi sunulan da sana geldiğinde sadece şikayet ediyorsun. Çünkü talep ederken sen orada yoksun. Talep ettiğin yerde buluşma noktasında olman önemli. Burada olmak için zamanla da empati kurmak durumundasın ki zamanla empati kurmak için eril ile empati kurmak durumundasın. Onun için içindeki erille ve dışındaki dişil ile empati kurmak durumundasın. Eğer kendinle dünyayla hayatınla bir empatin yoksa halini de koruyamıyorsun, alanını da koruyamıyorsun. Bu durumda da o alana başkaları doğal olarak girebiliyor. Eğer kendi alanınıza kendi hayatınıza bir empatiniz varsa koruyabiliyorsunuz, kendi bedeninizle, duyularınızla, duygularınızla bir empati kuramıyorsanız burada olamıyorsunuz. Sen burayla empati kuramıyorsan buraya gelemiyorsun. Burada ol, burada olabilmek için buradaki hal ile durum ile empati de ol. Emin ol kainat sana hangi konuyla ilgili ne talebin varsa o kapıyı açabilecek güçte. Fakat bu empati yeteneği dediğimiz şey herhangi bir halin içerisinde de seni ışınlar gibi gelip onun hücresi olup o hücresi olduğun halin içinden hayatı ve kainatı seyredip istediğin zaman çekilip kendi merkezine gelebilmendir. Bazı kişiler var çok kuvvetli empati yeteneği olmasına rağmen girdikleri hal ve durumun içerisinden gelememek ya da o girdiği hali kendisi zannetmek gibi bir duruma kapılabilirler. Kimisi acıdığı bir kişinin içinden çıkmakta zorlanır, kimisi seyrettiği bir filmin içinden çıkmakta zorlanır, kimisi idolleştirdiği bir kişinin halinden çıkmakta zorlanır, kimisi manevi hal yaşadığı zenginliğe çok fazla empatisi vardır ama dünyayla bir empati kuramadığı için buradan kaçıp gitmek ister. Kimisi yüksek bir titreşimden bir bilgi alır orayla bir empati kurar kendini o zanneder ve aktarılan bir bilgiyi kendisinin zanneder. Oysaki bunların her bir tanesi empatinin yanlış kullanıldığı durumlardır bu sebepten dolayı da empati kurmaktan kendilerini alıp kaçmak durumunda kalırlar. İşte bu durumdan kaçtıklarında da hayatın tadıyla da bir empati kurulamaz. Bu sefer kendisine sempatik gelen çeşitli kişiler olaylar ve durumlar da bu empati kuramama durumundan dolayı artık bir duvar örmüştür ve içeriye alamaz olurlar. Bunun için birçok kişinin eşi dostu akrabası da bu durumdan dolayı kişinin hayatının içerisine dünyasının içerisine giremez olurlar. Böyle bir durumda yapılacak olan şey şudur, önce bildiklerini yaşadıklarını bunlar bir deneyimdi diyerek suçlamaya, kızmaya, öfkelenmeye oradaki çeşitli yaşadığı haller içerisinde kendini eritmeyi bırakarak buraya davet edildiğin hale gelip burada tam da burada empati kurmaktır. Kendinle hayatla olanla şu anda okuduklarınla empati içerisinde olmaktır aktaranla ve anlattıklarıyla sana aktardıklarını alabilmek için tam olarak burada olabilmektir. Ne anlatıyor bu kişi ne talep ettim ne çağırdım neyle buluşuyorum? Neyime şifa, bu buluşmanın bana faydası ne? Sordukça al ve bir vakit sonra soruları da bırak. İçeriye aksın sen çekildikçe akış kuvvetlenir fakat sen zihinle sürekli kurcalamaya çalışarak değil, sadece burada olarak bu hal ile empati de olursan akar. Bazılarına şimdi hayatında zorluklar engebeler yokuşlar var gibi görünebilir. Biliyoruz ki evet o bir yokuştur yokuşu çıkmak kolay değil fakat çıkılabilir. Sen zirveye çıkmak istediysen çeşitli şekillerde incitilebilirsin. Artık yeter ben bunları aşmak istiyorum güçlenmek istiyorum dediysen güçlenmek isteyene bir miktar güçlük verilmesi çok normal. Onun için empati kanunu kullanıyorken bir kapıdan nasıl giriyorsan çıkmayı da bileceksin. Girdiğin yerin enerji halinin nerelerine dokunup dokunmayacağını kalbinle sezeceksin. Merakla her şeye dokunmak değil, gücünün yetmediği yerlere parmağını sokmak değil, ilahi nizâmın kanunları çerçevesi ile bulunduğun yerde olup o hal ile empati kuracaksın. Bu dünyada her birimizin belki kendine göre güçleri yetenekleri var bu dünyanın bir sınırı da var. Biz bu dünyanın içinde her şeyi yapacak durumda değiliz ama her birimizin her şeyi yapacak güç ve potansiyeli var. Fakat bu beden içerisinde bu araç içinde sınırlıyız sınırımız var ve o sınırların kalkacağı zaman da var. Burada bu kurduğumuz bağlantı bu bedenle. O zaman şimdi bu bedenle tam bir empati kur, bu bedeni kullanan sensin... Ellerine bak, sen bu musun yoksa bunu kullanan mısın? İşte bazılarımız öyle bir empati halinde ki kendini baktığı elleri zannediyor ama sen bu değilsin. İçeriye doğru giden bir sürü halin var, bedeninin kullanıcısısın. İşte bu bir empati eğer bu empatiyi kullanamıyorsa insanlar kas, zihin, beden bir sürü rahatsızlıklar yaşıyorlar. Hatta bazı akıl hastalıklarında empati tamamen yok, bazı asosyal kişilerde canlılara karşı zulüm var. Neden? Empati kuramadığı için bir kişiye zarar veriyor. Kendi bedeniyle, kendi hayatıyla, kendi varlığıyla empati kuran bir kişi herhangi bir canlıyı incitmekten uzaktır. Canının kıymetini bilen başka canların da kıymetini bilir. Neden çünkü empati kanunu mükemmel işler, sen kendi varlığınla empati kurabildiğin ölçüde kainattaki diğer canlılarla varlıklarla empati kurabilirsin. Bu sefer arada o dağlar kadar farklar var zannedilen kısım kalkıverir. Sen ne kadar içeriye doğru bir empati kurabiliyorsan kendinden kendine doğru kainat internetiyle bağlantıya geçebildiğin gibi diğer parçalarınla da kainat içerisinde iletişime bağlantıya geçebilme hakkın ve özgürlüğün var. Sen sevgi, güven, farkındalık ve şuur hızını arttırdıkça titreşimlerin yukarıya; korku, endişe, yavaşlama, durağanlıkla ise aşağıya daha geri titreşimlerle empati kurabiliyorsun. O zaman hissedişlerimizi kuvvetlendireceğiz. Bugüne kadar eğer bazı acılar bazı rahatsızlıklar yaşayıp da sertleştirip katılaştırdığınız halleriniz var ise bunları bir deneyim olduğunun bilgisini oraya koyarak ve o acıyı yumuşatıp, bundan sonra hayata yeni bir bakış açısıyla inanç kavramlarınızı, inandığınız düşünce şekil ve sistemlerinizi siz kendinizi güncelleyebildiğiniz oranda değişebileceğinizin bilgisini oraya koyacaksınız. Şu ana kadar bu inanç sistemleri size nereden aktarıldıysa anneden ya da babadan, onları onlara geri iade edip yeni güncellemeler yaparak onlardan da faydalıyı almanın yolunu seçeceğiz. Bugüne kadar bu katılık bu sertlik bu yargılama dediğimiz hayatla empati kuramama halinin de size şu ana kadar faydalı olduğunu kabul edeceğiz. Ve bu faydanın içerisinden şimdi o zaman empati kurabilirim diyebiliriz. Ben karşımdaki ile empati kurabilirim, onun halinin içine girebilirim yüreğinin içinden bakabilirim. Acaba seviyor mu, sevmiyor mu? İfadesinin içerisinden hissedişe geçebilirim, ses tonunun içerisindeki bilgiyi var ise olan bilgeliği algılayabilir ve şuurunun içerisine girebilirim. Gözlerinin içerisinden girerim gözlerinin içerisinden kalbine akabilirim. Her birimizin buna gücü yeter. Bu deneyimleri her seferinde büyüterek empati gücümüzü geliştirerek bu sefer bir çiçeğe de bir bebeğe de enkarne olabiliriz. Kokladığınızda etraftaki birçok çiçeğin kokusuyla birlikte bilgisini de alabilirsiniz bunlar yüksek empati ile algıların hislerin açılmasıyla olan gerçekleşmelerdir. Paylaşmak çok önemli, bize emanet edilen sunulan bir bilgiyi bizde olan güzellikleri paylaşmak insanın önce kendisi için iyidir. Ne kadar kendine faydalıysan bütüne ya da bütüne ne kadar faydalıysan kendine faydalısın. Kendi hayrım için bütünün hayrına nasıl daha çok faydalı olabilirim nasıl güzel şeyler yapabilirim? Bütünün hayrına yaptığınız her türlü güzellik zaten sizin güzelliğiniz olacak. Gerçekten kendi halimizle kendi dünyamızla hem hayat rüyamız hem de ruhsal rüyamızla ne kadar empati halinde isek o kadar etrafımızla ve çevreyle empati halinde olacağız.   Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56689/birbirimizin-halinden-anlamak-empati-ve-sempati-arasindaki-farklar
Anne ile Barışmanın Hayatımıza Etkisi ve Ruhsal Dönüşüm

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Anne ile Barışmanın Hayatımıza Etkisi ve Ruhsal Dönüşüm

on Ağu 07 2025
  Hayat, doğa, kadın enerjisi ve dişinin yaratım gücü ile hayat bulur canlılık kazanır. Bu dünyada her birimiz bir kadından doğduk o kadın bizim annemiz, o zaman önce şunu soralım. Kadın olmak ne demek? Kadın aslında çok şey ama diyelim ki kadın bir topraktır. Toprak ne yapar? Ona bir tohum ekildiğinde o tohumu alır önce üstünü örter, kapatır, kucaklar içine alır. İçindeki tohumu muhafaza eder korur ve ne zaman ki yaratım enerjisi ile buluşur o zaman o tohumu dönüştürerek bambaşka bir hale getirmek üzere canlandırır. Tohuma can verir. O zaman kadın bu dünyada can verendir ve yaratım gücünü içinde barındırandır. Her birimizin içinde bu dişi enerjiden var fakat kadında bu çok daha yoğun ve daha güçlü bir şekilde çalışır. İşte her birimizin annesi aldığı tohumu rahminde dönüştürerek bizim bu hayatta dünyaya gelmemizin aracısı olandır. Bu aracılığı kendisi talep etmiş ve bu anlaşma ile mutluluk ve lezzetle kendi gelişimi, değişimi, dönüşümünü gerçekleştirmektedir. Diğer taraftan da talep eden bizlerin dünyaya gelmek için annemizi araç olarak kullanmamız ve ondan alacağımız ve öğreneceklerimizle mükemmel bir yolculuğun başlangıç anıdır. Her birimiz anne karnına düştüğümüzde belki maddenin dünyanın ve rahmin karanlığı içerisinde bir dönem geçirdik ama orada beslendik. Sistem kurduğu bu mükemmel düzenle bizi annemizin kanıyla canıyla besledi ve orada bir muhabbet başladı. Anne karnında geçirdiğiniz süre boyunca onun yediği, içtiği, aldığı nefes bizim besinimiz oldu. Daha ötesi duydukları hissettikleri yaşadıkları bazen sıkıntılar bazen neşe kahkaha ve kederleri bizim gıdamız oldu. Onun gözleri onun kulaklarından dünyayı izledik. Korunaklı bir yerden vakti geldiğinde anne aracılığıyla doğarak orayla olan bağımız göbek kordonumuzu keserek bu dünyaya geldik. Her birimiz bu yolculukta aslında annemizi aracı kıldık ve ona teşekkürlerimizi sunmak durumundayız. Dünyaya gelirken tabii ki onun yaşadıkları hissettikleri bize aktı. Anne babasından aldığı miraslar öğrendikleri huyları vardı. Annemizin kendi geldiği seviye ve durumu ne ise doğduğumuz toprak annemizin, bize bildiği doğruyu aktarmak üzere planı vardı. Onun için her birimizin annesi, bildiğini öğrendiğini bize yansıtmak aktarmak üzere olan programla kendi hayallerini yaşadıklarını şuur altındaki kod ve programları bize aktardı. İyi ya da kötü aslında hepsi bizim ihtiyacımızdı. Bizler buraya geldiğimiz potansiyelimizle yepyeni bir insan olarak dünyaya geldik. Hiçbirimizin annesi kendi ihtiyacımızın dışında bir anne değildi. Yani eğer maddeye dünyaya doğmaktan kaçınan isek o zaman çocuğunu istemeyen bir annenin rahmine geldik. Eğer bu dünyayı hayatı seven kucaklayan isek neşeyle huzurla istenen çocuk olarak dünyaya geldik. Özellikle zorluklarla travmalarla olan bir durum varsa o zaman getirdiğimiz potansiyel de zorlu anne ya da baba doğumları, onların hayatlarından getirdiği problemler ve yaşadıkları oldu. Yani annemizin bizim dışımızda olmadığının bir programı var ve tam da ihtiyacımız olan bir anne ile buluştuk. Bazılarımız, annem hiç de benim istediğim gibi bir anne değil, tam da benim tersime sevmediğim özelliklerle dolu bir kadın. Hatta nefret ettiğim, hoşlanmadığım, kızdığım, kaçtığım, uzak durmaya çalıştığım diyebilir. Ya da tam da benim çok sevdiğim ihtiyacım olan kucakladığım kucaklandığım sevdiğim sevildiğimi hissettiğim bir anne diyebilir. Aslında bunların her bir tanesi getirdiğimiz potansiyel ve aynı zamanda da geleceğin buradaki yansımaları. Hatta şu ana kadar getirdiğimiz her türlü bilgiyi barındırıyor. Öyleyse şu anki halimize bakarak annemizden kendimizi ve kendimizden de annemizi okuyabiliriz. Diyelim ki anneni sana tanımlatsak, senin için annenin ne ifade ettiği senin için çok önemli bir kavram. Çünkü anne dediğin kişi senin toprağın aynı zamanda bedenin aynı zamanda dünyan. Onun için annen ile helalleşebiliyorsan dünya ile hayat ile bedenin hatta geçmişin ile helalleşebilirsin. Annemizi nasıl görüyoruz? Nasıl seyrediyoruz? Bize anne ne ifade ediyor? Her birimizin kendine göre hissedişleri tanımlamaları var. Kimimiz annemizden uzaklaşmak istedik kimimiz onu çok yakına alarak beraber bir yaşam sürüyoruz. Ya da çok küçük yaşta annesini kaybettiği için ileri yaşta onun üzüntüsünü suçluluğunu vicdan azabını duyuyoruz. Bunların her bir tanesi bugünkü hayatımızı belirleyen noktalar. Kiminiz belki hala annenize minnet duyuyorsunuz kiminiz yapamadığı vazifelerinden dolayı kendini suçlayarak minnetin ötesinde kendini borçlu hissediyor. İşte bunların her bir tanesinin sizin bu hayat içerisinde para dahil madde dahil olmak üzere oradaki sembolü ile alakalı bağlantısı var. Öyle bir yasa var ki bir yerdekini dönüştürdüğümüzde her yerdeki dönüşüyor. Çünkü parça bütüne aittir bu çok önemli bir yasa... Küçücük bir noktayı iyileştirdiğimizde her yer iyileşebilir. Mevcut hayatımızı iyileştirmek istiyorsak annemize bakışımızı yenilemek durumundayız. Bazen yoğun ekonomik sorunlar olup bunlardan nasıl kurtulacağız  diyebiliyoruz. Burada öncelikle anne ile olan sorunu çözeceğiz. Anne ile olan bağı yenilemek durumundayız çünkü burada bir sorun var ve onu tespit edebilirsen o zaman dönüştürebilirsin. Birkaç perde kaldırdıktan sonra görülüyor ki annesiyle büyük sorunlar yaşamış, anneye karşı kendini borçlu hissediyor ve çeşitli sebeplerle annesinden hala yardımlar almaya devam edip maddi manevi kendini ona muhtaç hissediyor. Oradaki kodu bulup annesine karşı olan bu borçluluğunu  tespit edince bir bakıyoruz ki sorunlar bitmiş ödemeler ve para ile ilgili problemler gitmiş. Neden? Çünkü anneyle para ve dünya aynı frekans. Bu konu şuur altı konusu olduğu için İlk başlarda annem ile çok iyiyim diyebiliyoruz. Hayatınızda bedeninizle ilgili özellikle sol tarafınızla  ilgili parayla ilgili herhangi bir konunuz sorununuz var ise bunun kaynağı annenizdir. Anne ile sorunu iyileştiren helalleşen tüm bu alanları iyileştirecek. Burası çok önemli bir terapi konusu tam bir idrak ile anlaşılması gereken eksik anlaşıldığında yeterli faydanın alınamayacağını bir konudur.  Anne toprağımız ve her şey oraya ekilip biçiliyorsa bizim dünyamız ve şu ana kadar bütün niyetlerimizi dileklerimizi sağlığımız ve bedensel ihtiyaçlarımızın alanını temsil eden bir frekanstır. O zaman her türlü duygu ve düşüncelerimizi kadersel seçimlerimizi bir o kadar etkiliyor. Örneğin babanıza karşı anneci oldunuz ya da annenize karşı ters taraf olduğunuz işte bu taraf olanlar sistem tarafından bertaraf ediliyor. O anda sen anneci tarafa gittiysen anneye yapışık diğer tarafı uzaklaştırıp bu sefer anneyle ilgili sorunlar  yaşıyorsun. Böylece bedenle ilgili duygu halleri ile çeşitli sorunlar yaşamak durumunda kalıyorsun çünkü seçen sensin. Anneye yakın olmakla anneden çok uzak olmak arasında bir fark yok ikisi de sorunun kendinden kaynaklandığının ispatıdır. Peki o zaman biz annemizi sevmeyelim mi? Zaten sevdiğinde her türlü konu halloluyor… İş sevginin arkasına saklananlar da… Seviyorum derken kıskandığın, alttan eleştirdiğin, kaçtığın ama çoğu zaman merkeze onu koyduğun alanlar da. Şimdi eğer hayatının merkezinde yine annen varsa senin güneşin anne, eğer annen otorite ise senin Rabbin anne ve sen bu sefer maddeye yönelik yani dişici, maddeci, anneci olduğun için maddesel anlamda egoist bencil olma durumda kalırsın. Eğer “annem bana iyi davranmıyor, kendimi hiç iyi hissetmiyorum, beni düşünmüyor görmüyor” diyorsan sen annenin sembolü olan bedenini görmüyor kıymetini bilmiyor ve eziyet ediyorsun. Hayatın içinde gittiğin herhangi bir yerde kimsenin seni görmediğini zannediyorsun. Çünkü önce sen kendini görmüyorsun ve annene kendini göstermiyorsun. Eğer kardeşlerim önde ben daha geride ve daha az seviliyorum zannediyorsan arkadaşların içinde de sürekli buna benzer durumlar yaşıyorsun. Anneni aile içindeki diğer üyelerden kıskanıyorsan bu sefer eşinle ilişkinde bile kendini ikinci ya da üçüncü durumda hissedecek olaylar oluşturabilirsin. Hatta sana bu tip olayları yaşatacak eşleri hayatına çekersin. Bir tek anneye bakış açımızın bizim kader programlarımızın üzerinde ne kadar büyük etkileri var. Biz bazen annemizi kendimizden aşağı ve kendimize layık görmüyor olabiliriz. Bu durumlarda da kişiler aşağılık kompleksi içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Kendilerini bir yerlerde aşırı kibir yapmak durumunda hissediyorlar. Neden? Çünkü annelerini öyle görüyorlar ya da annelerinin kendilerini öyle gördükleri ile ilgili bir inanç kalıbı var. O zaman dışarıda sürekli kendilerini ispatlama durumunda kalacaklar. Diğer kardeşler değil sana ben bakacağım senin en çok sevdiğin çocuğun ben olacağım diyerek önceliği kendi hayatına değil annesinin hayatına verirler. Bu kişiler annelerini hasta edip  onlara bakmak üzere kaderleri kendilerine çekerler. Bazılarınızın  anneleri çok güçlü ve idolleştirdiniz onları o kadar yükseklere koydunuz ki en güzel, en akıllı, en başarılı anne benim dediniz. Bu sefer kendi yeteneğinizi kendi gücünüzü görmediğiniz için önünüze koyduğunuz duvarı aşamayacağınızı zannederek kendinizi eksik ve yetersiz hissettiniz. Onun yolu ona sizin yolunuz size, bilin ki her biriniz annenizden aldıklarınızla ondan iki kat ileriye gidebilmek üzere programlısınız. Her birimizin bir nesil sonraya bıraktığı güçle, diğer nesil iki kat daha ileriye gidebilir. Ama gitmeye de bilir kullanmaya da bilir çünkü çok güçlü annelerin çocukları bazen çok zayıf ve kendini baskı altında hissettiği için güçsüz kalmış olabilirler. Bazılarınız baskıcı fazla otoriter anneler tarafından büyütüldüğünüz. Şiddet, kötü söz, kırıcı şeyler de olabilir. Burada o şiddete o sözlere baskıya ihtiyaç duyan sendin. Eğer bu ihtiyacı fark edersen hangi sebepten dolayı annenin otoritesine baskısına ihtiyaç duyduğunu anlarsan o baskıya hayatının başka yerlerinde ihtiyaç kalmıyor ve annenin baskıcı aşırı otoriter olmasının kazançlarını görmeye başlıyorsun. Sürekli zarar olarak bakarsan zararın artar, biz faydaya bakalım. Kazancın ne ki baskıcı anneye doğdun? Göreceksin ki o baskıya incitilmeye hatta sevilmemeye ihtiyacı olan sendin annenin seni sevmediğini düşünüyorsan sevilmediğin hissin varsa o zaman kendine dönüp bakacaksın çünkü kendini sevmeyen sendin ve kendini sevmeyenler kendilerine yeteri kadar sevildiğini hissettirmeyen bir anneden doğanlardı. Annemiz eğer bizim hayatımızın merkezindeyse annesi gibi olmadığını zannedenler yine anneleri gibi olurlar yani bu kaçtıkları program gibi oldular. Annelerini içeride geçen, ilerleyen, bambaşka bir programa gidenler ise içerde anneleri  ile helalleşip kendilerini dönüştürür ve hayatla dünyayla barışırlar.   Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56687/anne-ile-barismanin-hayatimiza-etkisi-ve-ruhsal-donusum
Yaratım Gücü ve Çakralar: Hayatınızı Şekillendiren Enerji Merkezleri

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Yaratım Gücü ve Çakralar: Hayatınızı Şekillendiren Enerji Merkezleri

on Ağu 06 2025
  Yoktan var edebilmek Yaradan’ın mucizesidir, işidir. İnsan ve diğer varlıkların işi ise yoktan var edileni, o var olanın içerisinde var edebilme yeteneğini kullanabilmektir.  En küçük bir tohumdan tutun herhangi bir canlıdan herhangi bir insana kadar her birimizin oluşturabilme yaratabilme güçleri vardır. Özellikle dünya üzerinde insanın ekstra hayal gücü ve hayallerinin içerisinde de ruhunda maketlendirebildiği konu ve kavramları hayatında irade gücü ile seçebilme ve kendine çağırabilme, ruhunda vizyon oluşturabilme yeteneği vardır. İşte bu insanı dünyada diğer canlılardan biraz daha farklı kılmaktadır. Bunu daha üstünlük olarak değil, kişisel gelişim ve tekâmülün bir yansıması olarak görmek uygundur. Tüm canlıların birliği esastır.   Peki biz burada bu yaratım gücünü nasıl kullanırız, nerelerde bundan fayda ya da faydasızlık elde edebiliriz?  Korku, endişe dahil bir yaratımdır. Ya da öfke sevinç neşe ile de yaratılan çeşitli duygu ve düşüncelerle de oluşturulan hayatlar ve kaderler vardır. Sistemin mekanizmasının içerisinde, kâinatın içindeki her şeyin bir hareket halinde olma prensibi vardır. Ve bu hareketlerin meydana getirdiği titreşimler, frekans ve ses dalgalarını oluşturur. Bu seslerde titreşimsel bir kendi kendine çekim ya da yaratma gücünü içinde barındırır. İnsan O’nun suretinde yaratılmanın yeteneğini ‘OL’ yasası ile, ‘Ol!’ diyebilme yeteneği ile birleştirerek kendisine çağırmak istediği hayatı ve kaderi ifade ederek söz ile bir yaratım enerjisini başlatır.   İkinci çakramız yani göbeğimizin hemen altında olan merkezimiz yaratım merkezidir ve burada üretimin korku endişe ile mi, güvenle ve gerçekten teslimiyetle mi olacağının kararı verilir. En son ifade merkezine gelir ki, burada dillendirildiği anda yaratım başlar. Öyleyse bizim yaratımımızın iki tane ana merkezi vardır. Bunlardan bir tanesi ikinci çakramızın olduğu üretim ve yaratım merkezi diğeri ise dillendirerek ifade edilerek ‘OL’ enerjisi ile olacak olan bir sistemdir.   İkinci çakra olan yaratım merkezinde cinselliğin üretici ve yaratıcı tarafıyla karşılaşırız. Dişil prensiple ilgilidir. İki kişinin bir araya gelip yeni bir canlının oluşması gibi kadersel döngüler, yeni bir gelecek planı bu merkezle aktifleşir. İfadenin yaratıcı gücüyle beraber çalışır. Yaratıcılık, üreme, üretme ve yaşamda ilerleme enerjileri bu merkezin yönetimindedir. Bir konuda yardım almak ya da bir fikri alıp bambaşka bir bakış açısına taşımak, bu merkezin yönetimindedir. Kök çakrada toprağa ektiğin niyetin, isteğin veya dileğinin burada siyaha mı beyaza mı, pozitife mi negatife mi, korkuya mı yoksa güvene mi dönüşeceğinin kararı verilir. Eğer ikinci çakrada dengesizlik varsa, kendin için olumlu diye arzu ettiklerin bile olumsuza dönüşebilir. Bu yüzden korku ve endişe, en yüksek yaratım enerjisi olarak bu çakranın karanlık yüzünü temsil eder. Güven duygusu ise aydınlık yüzüdür. Panik atak, bipolar bozukluk, böbrek rahatsızlıkları, mesane sorunu ve cinsel hastalıklar ikinci çakranın dengesinin bozulması yüzündendir. Buradaki dengesizlik bazen bel ağrıları ya da disk kaymalarına neden olarak sinyal verir. Merkezinden ne kadar saptığının veya dengeni ne kadar bozduğunun haberini verir ikinci çakra...  Örneğin, ağır ekonomik problemler yaşadığını söyleyen bir danışanımın, yoğun bel ağrıları vardı. Yaşadığı sorunların ne kadar ağır bir duygusal yük teşkil ettiğini ve bu yükün ağırlığını taşıyamadığından dolayı bel bölgesinde disk kaymasının oluştuğunu tespit ettik. Yüklerinin altında ezilmişliğini ve yaşadığı ağrıları kabul etti önce, sonrasında bütün bunların onu geliştirip güçlendirici bir deneyim yaşattığını fark etti. Hastalık gibi görünen şikâyetleri hayatının şifasına dönüştü. İkinci çakrasındaki enerji akışını fark etmesiyle birlikte tekrar dengeye geldi. Cinsel isteksizlik ve aşırı cinsellik talebi de bu çakranın dengesizliğini gösterir. Kökten yani kırmızı toprak merkezinden yeteri kadar beslenemeyen bir yaratım çakrası, hayata ve hayatın tatlarına karşı yeterince istekli olamaz. İstek azalması ve cinsel salgı bezlerinde yaşanan sorunlarla birlikte hayattan tat alma hevesi kaçanların pankreaslarında da sorunlar görülebilir. Yumurtalık ve prostat bezinde sorunları olanların zaman içinde pankreasla da sorunları oluşur, böylece şeker hastalığına kadar götürür bu süreç onları. Fazla cinsellik peşinde koşmak söz konusuysa da bu istek, diğer enerji merkezlerini zayıflatıp çeşitli tıkanmalara yol açacaktır. Hayatı ve tatları, rutin ve mekanik bir hale getireceğinden, bahsettiğim sonuçların aynısı burada da tekrarlanacaktır.  Beşinci çakra olan ifade merkezimize bakalım. Kendi planını ve hayat amacını fark edebilmeyi, içsesi duyabilmeyi, hayatın içinde aktarılanları alabilmeyi, kendini ifade edebilmeyi destekleyen enerjiler beşinci çakrada yönetilir. Boğaz çakrası ikinci çakra merkezi ile beraber çalışır. İfade ettiğini gerçekleştirebilmek bu merkezin çalışma alanıdır. Eril prensip tarafından desteklenir. Boğaz çakrasındaki tıkanmalar, konuşma ve duyma yetisiyle ilgili sorunlara neden olabilir. Anlatılanın anlaşılamıyor olmasının bir göstergesi sayılabilir. Ayrıca kekemelik, tiroit sorunları ve boğaz enfeksiyonlarına da yol açabilir. Eğer kendinde bir şifa enerjisi hissediyorsan, şifa aktarımları yapmakla ilgili bir isteğin varsa, boğaz çakran aktive olmak istiyordur. Tiroit, boğaz şişmesi ve bademciklerle ilgili sorunlar yaşıyorsan, boğaz çakranda tıkanma veya dengesizlik söz konusudur. Kendini anlatamıyorsan, derdini başkalarına ifade edemiyorsan ve anlaşılmadığını düşünüyorsan boğaz çakranda blokaj vardır. Güzel bir hitabet becerisi varsa, kendinden kendine ve başkalarına şifa verebiliyorsan, yaratıcı söz ve niyet enerjilerini doğru kullanabiliyorsan, iyi çalışan bir boğaz çakrasına sahipsindir.  Bir danışanım hayatında hiçbir konuda harekete geçemiyordu, başlamaya cesaret edemiyor, kendini ifade etmekte sorunlar yaşıyordu. Çocukluğunda bir konuda doğruyu söylediği halde babası ona inanmamış, hatta yalancılıkla suçlamıştı. Yaşadığı bu deneyimden sonra bir kodlama yapmıştı ve “Ben doğruyu söylesem de kimse bana inanmaz ve dışarısı beni anlamaz!” inancındaydı. Bu kodlama onda engellenmişlik hissiyle birlikte tiroit rahatsızlığına, bağışıklık sistemi problemlerine ve cinsel sorunlara da yol açmıştı. Bu kodlamanın, hayatında ne gibi faydaları olduğunu anlayıp olaya şükrederek helalleşmesini tamamladıktan sonra, engellenmişlik ihtiyacından özgürleşti. Boğaz çakrası dengelenince ifade engeli de ortadan kalktı.   Bu sistemleri fark ettikçe kendiliğinden kendine giden yolun içerisinde kendinizle buluşmaya kendiniz olmaya ve kendi üzerinize dışarıdan yapışanları da temizledikçe güzelliklerinizle hayatınıza güzellik tohumlarını ekebilecek yepyeni güzellik yaratımları yapabilecek sizin için belki mucize gibi görünen bir sürü güzel hallere tanıklık edecek şahitlik edeceksiniz.   Aslolan muhabbettir ve bu muhabbetin içinde ifadelerinizi doğru şekilde nasıl kullanacağınızın bilgisi çok önemlidir. Duygularımızın ve duygu izlerimizin hayatın içerisindeki barkodlarının yeniden düzenlenmesi karşılaşacağımız yeni duygu yaratımları açısından çok önemlidir. Düşüncelerimizin ne olduğunu nasıl bir sistemle çalıştığını kavradığımızda düşüncelerimize neden nasıl önem vermemiz gerektiğini anlamamız bu sebeple çok önemlidir. Yaratım gücünün ne kadar da etkili olduğunu bütün bu sistemin aynı bir toprağın içindeki herhangi bir canlının yaratımıyla birebir aynı olduğunu gördüğümüzde doğanın parçası olduğumuzun şuuruna varınca, yaratımlarımızı güzellikten yana hayatımıza tat verebilmek üzere lezzet verebilmek üzere gerek maddede bedende dünyada gerekse ruhsal ve manevi alemimizin içerisinde güzellikleri kendimize çağıracağız. Güzel konuşacağız tatlı konuşacağız ve tatlılıklarla yaratıp tatlı bir hayatı kendimize davet edeceğiz. Göreceğiz ki her türlü sistemin başı tam da bulunduğumuz yer, hal ve zaman… İşte o zamanın içinde kendimizde tam da şu an içerisinde buluştukça an içinde yaratmanın yaratımın tam da burada sadece mümkün olabildiğinin farkındalığı ile neye ol diyeceğimizin sorumluluğuyla hayatımızın ve yaratımımızın sorumluluğunu alarak yeniliklere yenilenerek ilerleyeceğiz.    Sevgilerimle… Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56686/yaratim-gucu-ve-cakralar-hayatinizi-sekillendiren-enerji-merkezleri
Duyguların Efendisi Olmak: Kendi İçsel Yolculuğunuzu Keşfedin

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Duyguların Efendisi Olmak: Kendi İçsel Yolculuğunuzu Keşfedin

on Ağu 06 2025
Duygu zenginliği; duygularımızı biz yönlendirdiğimiz müddetçe faydamızadır. Oysa duygusallık varsa, duygusal denge kaybolmuşsa yani kontrol duyguların eline geçmiş ve duygular tarafından yönetilmeye başlandıysa işte o zaman biraz problemler çıkabilir.  Duyguları geliştirdikçe, çoğalttıkça duygusal farkındalık kazanmalı, duygusallıktan özgürleşmeliyiz. Duygunun bir şahidi olmak, onu yönetmek, duygu selinin içinde kontrolsüz olarak akmak, duygusallıktır. İster pozitif olsun ister negatif, aşırıya giden duygu coşkuları duygusallığı doğurur. Gelişim ve kişisel farkındalık yolundaki insan açısından kendinin sadece duygudan ibaret olmadığını öğrenmesi çok önemli bir farkındalık seviyesidir. Kendini ve duygularını ayıramayanlar duygusallığa mahkûm olurlar. Çünkü insan ne sadece düşüncedir ne bedendir ne de duygudur.  Şu an kendine bir soru sor:  “Ben neyim?” sonra ellerini uzatıp bak. Sen bu el misin? Parmaklar, tırnaklar... İstersen şimdi bir de gidip aynada yüzüne ve bedenine bakabilirsin. Ne kadar tanıdık ne kadar yabancı? Gerçekten bunlara bakıp, “Bu benim” diyebiliyor musun?   Sen, ne yaşadığın o duygularsın ne sadece et ve kemiksin. “Benim” diyebildiğin çok daha içeride ve içeriden, içeri ve dışarı bakabilen bir şey. Yani bedeni de duygu ve düşünceleri de kullanabilen bir şey. Öyleyse duygular senin üstünde değil sen duyguların ötesinde ve üstün olansın. Bunu fark edebildiğin ölçüde fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal özelliklerin sana hizmet eder. Şimdi bir de yaşadığın duygulara bak. Bir korku, bir sevinç ya da neşe anındaki haline bakıp “Bu benim” diyebiliyor musun? Duyguları yönetebilmek duygusuzluk sanılıyor. Duygular tarafından yönetilmeyi de duygu zenginliği, hassasiyet veya iyi insanın bir özelliği gibi kabul ediyorlar. İki uç da gerçeğin karşısındadır. Duygularından hizmet alan hayatın ince zevkleriyle buluşur. Duygularına şuuru ile yön verebilen buluştuklarından huzur duyar. Mevcut olan bütün duygu türleri bize hizmet eder. Hatta pozitif veya negatif zannettiklerin dahi yerindelik prensibine göre sana fayda verir. Öyleyse kaçılacak, değiştirilecek ya da düzeltilecek durumlar değil sebebini anlayıp, hizmetini alıp özgürleşeceğimiz duygu halleri var diyebiliriz.  Şimdi beraber olumlu ve olumsuz olarak nitelendirilen duyguların durumlarını inceleyelim. Korku: Duygusal Farkındalık ve Kişisel Gelişimdeki Rolü Kendini korumak için hayatına davet ettiğin bir koruyucudur korku! Korunmaya olan ihtiyacın azaldıkça ya da farkındalığın çoğaldıkça korkuya olan ihtiyacın da azalır. Bir danışanım böceklerden ve hayvan ısırmalarından çok korkuyordu. Korkusu, sosyal hayatını hatta rüyalarını bile etkiliyordu. Herhangi bir böceğin yaklaşmasıyla kendine kaçacak yer arıyordu. Bu korkuya neden ihtiyaç duyduğunu göremiyordu. Hayatına derin bir bakış attığımızda maddeyi, dünyayı ve bedenli olma halini yeterince sevmeyen taraflarını tespit ettik. Dünya hayatını sevmeyi öğrenene kadar ölüm korkusunu hatırlatacak yoğun bir sembole ihtiyacı vardı. Bu sebeple toprağın içinde yaşayan, çürümüş cesetleri yiyebilen böceklerden korkmaya ihtiyacı vardı. Yaşadığı hayatın değerini, kıymetini fark edip önceliklerini güncellediğinde bu korkuya da artık ihtiyacı kalmamıştı. Böcek gördüğünde ondan kaçan ve bağıran kadın gitmiş yerine onu elinde tutabilme cesareti gösteren yeni biri gelmişti.  Diyelim ki derinlik korkusu... Kişi herhangi bir alana girdiğinde fazla derinleşiyor ya da kendini kaybediyordur. Bu noktada derinleşme, derinlik korkusunu ortaya koyduğunda bir şeyin çok fazla ucuna gitmekten ve derinleşmekten kendini alıkoyuyordur. Köpek korkusunda da “ben” alanı yoktur. Köpek korkusu ben duygusunu geliştirir. Bir danışanımın köpek korkusu vardı mesela, rüyasında bile köpeklerin gelip onu ısırdığını görüyordu. O kadar kendine ait bir “ben” alanı, sınırları yoktu yani. “Hayır” diyemiyor, sürekli vermek istiyordu. Başkaları için bir şeyler yapmak istiyordu. Aynı şekilde bu alansızlığı rüyalarına da yansıyor. Kendine ait bir hayatı yok gibiydi adeta. Öncelikleri hep başkalarıydı. Korkular, geçmiş kaynaklıdır. Geçmişten taşınan korunma duygusunun aşırıya gitmiş tezahürleridir. Çoğu insan korktuğu alanlarda kendini daha fazla güçlendirme ihtiyacı hisseder. Dolayısıyla kilonun ve yağların yoğun olduğu bedensel bölgeler kişinin kendini zayıf hissettiği enerji meridyenleridir. Korkunun kronikleştiğinde karanlık enerjilerle işbirliği yapmaya kadar varan, frekansları da çekebilme özelliği vardır. Bu sebeple korunma ihtiyaçlarını korku yerine Allah’ın yarattığı sisteme ve kendine güvene dönüştürmek daha faydalıdır. Korku filmlerinden, aksiyon filmlerinden, imajinasyonunda korku etkisi yaratacak her türlü diziden, filmden, görsel malzemeden uzak dur. Korku frekansını imajine ettikçe bedenindeki bütün su sistemini ve böbrek sistemini çökertirsin. Bu soğuk bir enerjidir. İçerideki suları siyah buza çevirir. Öncelikle alışveriş dengeni düzeltmelisin. Bol su içmelisin... Hatta mineralli su iç... Vücudundaki ağır metalleri temizle... Böbreklerin temiz kalabilmesi için ağır metallerden arınması gerekir. Ayrıca doğru nefes almak da önemli... Vücuduna oksijen yolla. Korku duygusunda en önemli yer böbreklerdir. Böbrek sağlığındaki en önemli unsur da sudur. Böbreğin iyi kalabilmesi için mide sağlığı, yani düzenli ve doğru beslenmek lazımdır. Mide asidi arttığında, fazla şekerli ve asitli gıdalar tükettiğinizde böbrekler bozulur, insan korkaklaşır. Bu nedenle rafine şekerden mümkünse uzak dur. Doğal şekerler kullanmaya yönel. Şeker, böbreğin düşmanıdır. Asit üretir ve asidin yapacağı şey de böbreklere aşırı yüklenmek olur. Böbreğin besini tuzdur ama rafine tuz da böbreği olumsuz etkiler. Bütün korku ve endişenin en önemli tat unsuru tuzdur. Tuz yemeyen, alamayan, suyu ememez. Suyu alamayan, hayattan bir şey alamıyordur. Bu yüzden dışarıdan daha çok almak zorunda hisseder kendini. “Alışveriş yapayım, yeni bir şey alayım. Oradan buradan bir şey edineyim...” diye düşünmeye başlar. Dışarıdan aşırı beslenme ihtiyacı da yine aynı kaynaktan beslenir. Mümkün olduğu kadar evde yemek ye. İşyerine, okula evinden yemek götür. Bunlar geleceğin çok önemli konuları olacaktır.  Miden kontrolün organıdır. Neden kontrol etme ihtiyacı duyarsın? Çünkü güvenemediğin bir durum, kişi ya da olay söz konusudur hayatında. Kendi hayatını veya çocuğunun hayatını kontrol etmeye çalışırsan, Yaradan’a, sisteme veya kendine güvenmiyorsun demektir. Güvenmiyorsun ki kontrol etmeye çalışıyorsundur... Kontrolcülük, mideyi ve böbreği hasta eder. Kontrol varsa, güvensizlik vardır. Emin ol ki her birimizin çeşitli kademelerde, hayat içinde kontrol ettiği yerler vardır. Hepimiz bu yoldayız. Hiçbirimiz bitirmedik. Göreceğiz, bakacağız, alanı boşaltacağız, temizleyeceğiz.  Eğer “Kendimi bileyim, kendimi bilmek zorundayım, idrak etmek zorundayım!” diyorsan, yine kontrolcüsün demektir. “İdrak edeyim; şu konuyla ilgili idrakler gelsin, sunulsun...” diye düşünüyorsan, dilek aşaması varsa, her şey çok güzel olacaktır. İstek aşaması varsa, yine kontroldür. İlahi sistem, dileyene kolaylıkla verir, isteyene zorlukla... Önce korkularını, endişelerini, yani bugüne kadarki kendi karanlık tarafını kucaklaman çok önemlidir. Bugüne kadar gelecekle ilgili endişe etmeye ihtiyaç duymuş olabilirsin. Geçmişte yaşadığın bir korkunun tekrar edeceği korkusunu yaşamış olabilirsin.  Bazen alan belirlemek için, bazen kendi nefsinin alanını bilebilmek için, bazen kendini dışarıdan koruyabilmek için ihtiyaç duymuşsundur korkuya. Korkuların her neyse, her biri aslında bir karanlık enerji, bir yapışkan enerjidir. Eğer hayatının içine Yaradan’ı ve sistemi koyabiliyorsan, korkularının hepsi gidecektir. Hepimizin yaşadığı her şey, Yaradan’ın izniyle ve bizim onayımızla oluyor. Senin onaylamadığın herhangi bir şey, bir hastalık ya da bir olay cereyan edemez hayatında. O zaman kendin için isteyeceklerinin, bugün istediğin şekilde olacağının eminliği, sana güven verecektir. Bu yüzden ne isteyeceğini bilmen ve öğrenmen çok önemli... Bazen bilemediğin için bazı sorularla, isteklerle kendi hayatını zorlaştırabiliyorsun. Her şeyin senin için olduğunu, sen istediğinde sana sunulacağını bil. Korkuyu hayatından gönderebilmek için, bırakmalısın. Bırakman gereken şey, öncelikle bildiklerindir. Endişe: Geçmişin Gölgesinden Arınmak Geçmişte yaşananların geleceğe yansıyacağının, tekrarlanacağının kaygısıdır endişe, bir tür hüsnükuruntudur. Bastığın zeminin ayağının altından çekilip alınacağının, olayların ve insanların kaypaklığının zannıdır. Kişi kendine güvenemedikçe hayatındakilere ve hayata da güvenemez. Kimi zaman aşırıya giden pozitif duygular kimi zaman da aşırıya giden tedbirsizlik ve şuursuz güven, güven duygusunu zedeler. Diğer bir deyişle derindeki güven yoksunluğu başkalarına haddi aşan güvenimler kazandırarak endişe kaynaklarını çoğaltır. Endişe arttıkça yaşama ve insana duyulan güven azalınca, önce panik atak ve depresyonlar, ardından da büyük yıkımlar ve çöküntüler meydana gelebilir. Huzursuzluğun ana sebebi endişedir. Huzursuzluk sembolik olarak şeytanın huzurunda olma halidir.   Bilimsel şüphe keşfetmek için faydalıyken, şüpheyi meslek edinmek Allah’a ve kendine güvensizliği artırır. Güvenemeyen eskileri bırakamaz ve geçmişe tutunma zorunluluğu hisseder. Geçmişi tek gerçeklik zanneder. Bu yüzden sürekli geçmişte yaşar. Geçmişse, negatifi sembolize ettiği için, sadece negatife odaklar ve olumsuzlukları davet eder. Endişe, böbrek, hormonal sistem ve bel bölgesi ağrılarına sebep olarak, iyileşmeye duyulan ihtiyacın mesajlarını verir. Endişeyi neden hayatımıza davet ederiz? Tabii ki daha dikkatli olmak, özenli davranmak, kendi alanımızı koruyabilmek ve ezberleri bırakmak için hayatımıza davet ederiz. Böylece gelecek hedeflerini belirleyebilen ve yaşama güvenen biri oluruz. Ne var ki endişe kronikleştiğinde, hormonal dengeyle birlikte yaşamın dengesi de bozulabilir. Kişi Allah’a güvenmeyi öğrenebilmek için hiç kimseye veya hiçbir şeye güvenemez hale gelebilir. Bu aşırı uçlardaki insanlar neye teslim olacağının kararını kendileri verirler. Kimi Allah’a, kimi de tedirginliğe teslim olur. Dileğimiz her zaman seçimlerimizin bizi buluşturduğu şeyin huzur vermesidir. Acı İhtiyacı: Eğer bulunduğun anın içinde değilsen, sürekli düşüncelerinle ve duygularınla başka yerlerdeysen, başka zamanlarda ve başka yerlerde olmaya ihtiyaç duyuyorsan, fazlasıyla hayal dünyasına dalıyorsan, yaptığın eylemi topraklamıyorsan, başladığın işi bitirmek konusunda kendini yeterince istekli ve güçlü hissetmiyorsan, kök çakranla ve hayata köklenmenle ilgili bir sinyal vardır orada. Burada olduğunu hissedemiyorsan, “Hayattayım, buradayım...” diyemiyorsan bunu zihinle yapmaya çalışırsın. Zihnin, seni burada olduğuna ikna edecek güçte değildir. Bunu anladığında, devrimini başlatabilirsin. Hayatla yeterince temas kuramayan, hayat içinde kendini daha az hisseder. Bazen bu bağ kopma noktasına kadar bile gelebilir. Var olduğunu, hayatta olduğunu, bir olayın içinde olduğunu hissedebilmen için düştüğün kuyudan çıkabilmek için çağırdığın yardım ipinin adı acıdır. Yarı şuurlu ya da otomatizma içinde yaşayanların çoğu acıya sarılarak, hayatla, insanlarla ve olaylarla bağlantıda olduğunu deneyimler. Hayatla bağ kuramayanın iyileşme reçetesi acıdır.  Acı elbette duygusal ya da fiziksel düzeyde yaşanabilir. Acının uyguladığı basınçla içinde bulunulan durum daha iyi değerlendirilir. Duyular kişiyi orada olmaya iter. Herhangi bir konuya daldığın ve kendini kaybolmuş gibi hissettiğin an kolunu çimdikle. Acıyı hissettiğin noktada tekrar var olursun. Öyleyse kaybolup gitmekten, zamana saçılmaktan ya da bağlantısızlıktan özgürleşene acı deneyiminden de özgürleşmesi hediye edilir. Bir danışanım çok yüksek manevi haller ve tezahürler yaşamıştı. Kendi deyimiyle gördükleri, işittikleri ve hissettikleri onun bu dünyadan ayağını kesmişti. O kadar güzel ruhsal deneyimler yaşamıştı ki artık dünyaya dönmek istemiyordu. Hatta dünyayı fakir ve aşağılık bulmaya başlamıştı. Zaman içinde öyle yoğun eklem ve kemik ağrıları ortaya çıktı ki acıları dayanılmaz bir hal aldı. Ona gerçekliğini, hayatının sosyal ve fiziksel imkânlarını olduğu gibi kucaklayarak kabul etmesini tavsiye ettim. Manevi alanda yaşadığı tatları dünya hayatına da taşımayı öğrenerek hayatın güzellikleriyle buluşmayı ve tat almayı kabul etti. Kısa süre sonra acılarından kurtulduğunun müjdesini verdi. O artık öncelikle beş duyusuyla bulunduğu yeri gözlemlemeye ve her nefesin, her şahitliğin kıymetini bilerek yeni bir hayat deneyimine geçti. Bu nedenle artık acıyla değil, güzel tatlarla buluşmaya ihtiyacı vardı.  Acı bedenimizdeki sinir sistemi üzerine kayıt yaparken en derin barkodlama izini kullanır. Deneyimlerin bilgisini hayrımıza kullanmak faydamızadır. Ama takıntıya dönüştürüp sürekli korku içinde bir şeylerden kaçınmak çözümü zorlaştırır. Böylece kaçınılan olaylar kendini tekrarlayan bir kadere dönüşür. “Evet, ben bunu yaşadım. Bu deneyim, şuradan şuraya gidebilmem içindi. Bunu gördüm. Bu deneyimde hapsolmaya, onu sırtımda taşımaya ihtiyacım yok...” demeyi bilmek daha iyidir. Bu hatırayla fazla haşır neşir olmak isteyen tarafın, geleceğe gitmek istemeyen tarafındır. Sevgi ve Şefkat: Sevgi, insanın yüreğiyle ve derinlikleriyle ilgilidir. Bu dünyada bize en çok lezzet verecek haldir. Biz, yiyip içtiklerimizden, görüp gözettiklerimizden daha fazla sevgiyle beslenmeye ihtiyaç duyarız. Sevginin doğadaki karşılığı sempati yasasıdır. Gezegenlerin ve galaksilerin birbirlerine çekiminde, çiçeklerin, arıları ve kelebekleri davet etmesinde bile sevgi yasası vardır. Hayatın devamlılığı, üreme, itişme, kıskançlık hatta nefret, sevginin ya da sevgisizliğin sonucudur. Yüreğinin derinindeki sonsuzdan bembeyaz bir ışığın kaynayarak göğsünün duvarlarına gelip tırmanmaya çalıştığını düşün. Yaşananları hazmedip sindirebildikçe, özümsedikçe ve kendini geliştirdikçe saydamlaşan kafesinden sevgi tüm berraklığıyla ve ışıltısıyla etrafına yayılır. Yansıdığı her yürekte görebilen için bir kıvılcım çakar. Kaynaktan her birimize sevgi ışığının projeksiyonu bol miktarda yapılsa da gerek yaşanan olayların duyguları sertleştirmesi ve katılaştırması, gerek gelişime ve değişime direnç gösterilmesi ışığın hissedilmesi, görülmesi, yansıması ya da yaşanmasında perdeler oluşturur. Bu sebeple her birimiz kendi gelişmişlik ve şuurlanmışlığımız oranında sevebiliriz. Yani şuurlandıkça daha çok sevebilir, sevdikçe daha çok şuurlanabiliriz. Yaşam deneyimleri bizi geliştirmek, yani sevgiyi içimizde serbest bırakmak içindir.  Şimdi gündelik hayatımızın içinde de sevgi alışverişlerine bir bakalım. Sevgi, genel anlamıyla vermektir. Karşılıksız, beklentisiz ve koşulsuz olanı makbuldür. Bir kır çiçeğinin hiçbir beklentisi olmadan, hiçbir şeyi diğerinden ayırt etmeden, göreviymiş gibi hissederek koşulsuzca kokusunu yayması sevgidendir. Tabii önce o kokuyu kendine alıp kendini beslemek kaydıyla... Sen de insana, doğaya koşulsuzca sevgi veriyor musun bir bak. Veriyorsan, çoğaltarak yola devam. Veremiyorsan, bunu, kendini seyrettiklerinden ayırdığın ve farklı gördüğün için yapamıyorsundur. Hepimizin aynı geminin içinde olduğumuzu, dünya anadan beslendiğimizi ve paylaştıkça çoğalacağımızı hatırla... Kendini sevmeden başkalarını sevmeye çalışanlar, sevginin ne olduğunu anlayamadıkları için tanımlarını da karıştırabilirler. Böylelikle elbiseyi, eşyayı, kuzu yemeyi ya da filmi “severim” diyerek tarif ederler. Sevdikleri insanlara da “hoşlanırım, beğenirim” derler.  İçeriden fışkıran sevginin ateşi ne kadar yansıyorsa o kadar sevgiyi hissedersin. Kucaklamak istersin. Doya doya bakmak istersin. Hayranlığını şükürlerle dillendirmek istersin... Sevgiyi içinde hissettikçe, zıtlıkların birbirini tamamlamak, olumsuz davranışların bir görev ve olanın bir hediye olduğunu fark edersin. Biz sevgimizi büyütürken varlığımızı ve Allah’a olan inancımızı da büyütürüz. Bu yüzden yeryüzünde “bir” dediğimiz yaratıcıyı, her birimiz farklı şekillerde anlar, algılar ve hissederiz. Kâinatımızda her türlü enerjinin alışverişinde bir bedel uygulaması olduğu halde, sadece sevgi için koşul ve karşılık yoktur.  Sevginin frekansı gereği korku ve öfkeyi yutarak yok edebilme gücü vardır. Korku ve öfke ise emerek, sevgiyi tüketebilme özelliğine sahip... İnsan, hayat deneyimleriyle ve potansiyeliyle, sevgi ışığının geçeceği aktarım borularını kirli tutuyorsa, ışık zannederek akıtılan, karanlığın bir unsurudur. Bu konuyu, çok temiz bir kaynak suyunun kirli ve paslı borulardan geçerek akması gibi tezahür edebilirsin aklında... Akışı kirleten öğrenilmişlikler, cahillikler, kaba ve geri realite frekanslarıdır. Tabii ki isteyen bir çiçeği, bir kelebeği dahi yeniden sevmeye başlayarak, sevgiyle iletişime geçerek perdelerini tekrar açabilir. Her an kirli boruları ve kanalları temizlemek bizzat kendi elimizdedir. Bazen bir kedi, bir köpek, bir kuş ya da saksının içinde açan bir gül kapanan kalbinin tekrar sevgiye açılmasına aracılık edebilir. Tüm gülücükler ve kahkahalar kalbini açarak, tekrar sevebilmen içindir. Öyleyse gülümse hayata, kendine ve tüm organlarına. Göreceksin ki sen kalbine gülümsedikçe kalbin de sana ve etrafındakilere gülümseyecektir, gülümsetecektir. Hayat içindeki birçok davranışını, sevilmeye olan ihtiyaçların belirledi.  Özellikle dışarıdan onaylanmak isteyen, daha başarılı, daha gözde, aranan ve gıptayla bakılan biri olmak isteyen tarafının arkasında da aynı mekanizma var. Başarılı sporcuların, sanatçıların ve sahne sanatlarındaki bol alkışın perde arkasında sevilerek onaylanma ihtiyacı vardır. Fakat her birimiz için kıymetli olan önce kendimizi sevebilmek, sevgimizden ve sevildiğimizden emin olabilmektir. Sevgi titreşimlerinin yükselip merhametin gelişerek senden yansıyanları kucaklaması şefkatle olur. Gecenin tüm yeryüzünü örtmesi gibi şefkat de odağındakileri sevgiyle kucaklar. Hiçbir canlıyı, cansızı, karmaşayı ya da akışı dışlamadan tamamen kucaklayarak içine alır. Şefkatte realite, varlık ve insan ayrımı gözetilmez. Tarafsızca ve duygusallığa izin verilmeden, hakkıyla, sevgi yağmurları tüm toprağa serpilir. Hem de doğayla ve ilahi yasalarla uyumlu şekilde... Her insanın kendi seçtiği ve ihtiyacı olan kadere saygı duyarak, yardıma hazır fakat ne acıyarak ne de kendinden aşağı görerek yardım elini uzatan el şefkatin elidir. Yumuşacıktır... Sana senden yakındır... Veren ve alanın birliğini içerir. Şefkatli bir elden bir şey alırken kendini, veren sanırsın. Lütuf alırken lütfeden gibi hissedersin. Sevgi ve şefkatle besleyip beslenmek nasibimiz olsun. Sevinç ve Neşe: Korku ve endişe yaşam ateşini zayıflatıp söndürürken sevinç ve neşe ateşi güçlendirip çoğaltır. Hayatın güzelliklerini ve işleyen düzeni fark ettikçe oluşan hayranlık seni coşturur ve sevincini artırır. Yaşam içindeki küçük siparişlerinin sana sunulması sevinç kıvılcımları yaratır. Dileyene, olana ve verene şükür haliyle bir selamlaşma halindeysen sevinç ateşin daha da çoğalır. Bildiklerini, ezberini ya da otomatizmanı yaşarsan sevinç azalır. Zamanla hayatın güzelliklerini görmez olursun, soğursun, güzelliklere arkanı dönersin ve yaşama küsebilirsin. Oysa her anın yeni bir deneyim olduğunu fark edip bu deneyimle ilk defa buluşmanın tadıyla seyre geçersen, sunulanlarla çok daha derin seviyede buluşabilirsin. İşte o zaman buluştuğun seni öyle bir kucaklar ki sevincin neşeyle kahkahalara dönüşür. Neşeliler neşe üretirler. Neşeli görünenler ise içlerindeki hüznü gizlemek için neşe maskesi takarlar. Bir yerde abartılı görünen neşe ve kahkaha varsa orada derin üzüntüler ve kederler vardır. Olanı kabulün idrakini ve sevginin sarmalayıcı ışığını derinlere yolladığında kurumuş ya da çölleşmiş topraklardan yeniden gerçek sevinç ve neşe kahkahalarını yeşertebilirsin. Güven ve Huzur: Teslimiyetin Gücü Kontrol, endişe, korku ve huzursuzlukların kaynağında güvensizlik vardır. İnsanın gelişmişliği, tekâmül ve manevi farkındalık seviyesi ne kadar gerideyse güveni de o kadar azdır, olumsuz duyguları da o derece yoğundur. İnsan geliştikçe, hayatla ve hayatındakilerle ilişkisi derinleştikçe, sistemi okuyabildikçe, var oluşu ve Yaradan’ı hissedişi arttıkça güvensizliği, güvene dönüşür. Bütün güvensizliklerin başında Allah’a olan güven ve iman eksikliği vardır. Ona güvenmediği için sisteme, sisteme güvenmediği için hayata, hayata güvenmediği için kendine, kendine güvenmediği için etrafındaki insanlara ve olaylara da güvenmez. Oysa ilahi yasalar gereği insan güvendikçe güvenilir olaylarla ve kişilerle karşılaşır. İnsan ne kadar güvenemiyorsa o kadar güvenilmeyecek olaylarla ve kişilerle buluşur. Bu sebeple korkulan, endişe edilen ve kaçmaya çalışılan olaylar ve durumlar daha hızlı şekilde yaşama davet edilir. Dünya, hayat ve yaradılış sadece hayra doğru akmak üzere tasarlanmıştır. Şer gibi görünen olayların bile ardında hayır vardır. Çünkü her birini tüm potansiyelinle hayatına davet eden, kendi gelişimin ve ilerleyişin için doğruyu seçen sensin. Güvensizliğin arkasındaki temel ögelerden birisi de sana verilen yetenekleri, güçleri ve fırsatları görmezden gelmen, kabul edememen ve yok saymandır. Tabii bu güçleri fark edip kullanabilme ehliyetine gelebilmen de bir hak ediş gerektirir. Hayatımın bir döneminde yakın çevremdeki insanlar kendilerine güvensinler diye onları güçlendirmeye çalışmıştım. Ne ilginçtir ki onlara fark ettirdiğim güçlerini ve yeteneklerini önce benim üzerimde kullanmaya kalktılar. Ben de üzerlerinden elimi ayağımı çekme kararı aldım tabii...  Etrafınızdaki zayıfları ve güçsüzleri, onların bir talebi ya da samimi niyeti olmadan hareket ettirmeye kalkmayın. Liyakat prensibiyle bilginizi, gücünüzü ve yardımınızı paylaşın. Ne kadar kendine güvenip güvenilir olursan o kadar güvende olur ve korunursun. Kimileri dertten, sıkıntıdan, sorundan ve üzüntüden beslenmekten hoşlanır. Negatif seçeneklerden öğrenme ihtiyacında olanlar huzursuzluklarıyla, sembolik olarak, şeytanın huzurunda olmayı seçenlerdir. Sana sunulan hayatın, ne kadar senin siparişin olduğunu anlayarak yaşıyorsan o kadar sisteme güvenirsin. Sisteme ve Allah’a güven, kendini hayatın akışına bırakmana yardımcı olur. Hayat nehrinin içinde, güvenli bir kayıkta, çevreyi gezdirildiğini hisseden akışın içinde kucaklanır. Bu şahitliğin adı huzurdur. Huzurlu olan huzurda ve onun huzurundadır. Bu seni, neye teslim olacağını bilmeye ve teslimiyete götürür.  Tüm duygular, negatif diye değerlendirdiğimiz korku, endişe, öfke, kızgınlık, kıskançlık veya pozitifleri diye değerlendirdiğimiz sevinç, neşe gibi duyguların hepsinin bize yararı vardır. Sadece nerede nasıl kullanıldığını veya hangi kader, kod ve programla hayatımızda olduklarını fark etmek önemli. Olumsuz diye nitelendirilen duyguları ne için oraya koyduğumuzu fark ettiğimiz an da o duygulara olan ihtiyaç biter. Olumlu duygularında, olumsuz duygularda olduğu gibi doğru yönetilebilir olması önemlidir. Sen eğer duygularını tanıyarak sana olan hizmeti görerek onları yönlendirip yönetebiliyorsan hayatının ve duygularının efendisisindir. Duygular seni yönetiyorsa o zaman sağa sola çarpmak durumunda kalabilirsin. Birçok huzursuzluğun tatsızlığın ardında, duyguları tanımama ve duygular tarafından yönetilme durumu vardır.   Sevgilerimle… Hoşça kalın. Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56685/duygularin-efendisi-olmak-kendi-icsel-yolculugunuzu-kesfedin
Farkındalık ve Manevi Yolculuk: Kendini Gerçekleştirme Rehberi

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Farkındalık ve Manevi Yolculuk: Kendini Gerçekleştirme Rehberi

on Ağu 06 2025
  Biz bu dünyaya şöyle bir karar ile geldik: Bu dünyanın, hayatın tadını alarak bu tatlarla kendimizi geliştirmek, fark etmek ve kendini tanıma yolunda ilerlemek. Dünya gerçekten çok kıymetli bir yer, burada maddeyi, dünyayı çok daha derininden inceleyebilme, ona temas edebilme onun bilgisini alabilme ve burada tatlarla buluşabilme fırsatına sahibiz. Burada o çok şikayet edilen şeyler tamda buranın tadını almak ve dünya içerisinde dünya ile temas edebilmek için var ettiğimiz şeylerdir. Her birimizin dünya algılayışı, hayata ve her türlü kavrama bakışı ve hatta olaylardan alacağı lezzet ve tatlar farklı. Potansiyelimiz, farkındalık seviyemiz ve şu ana kadar getirdiklerimiz ne ise o getirdiklerimizden yansıttıklarımızı seyredebiliyoruz. O kadar güzel bir sistem var ki her birimize kendi inancımızı ve seçimimizi gerçek olarak seyrettiriyor. ‘Hayat Nedir? ‘ diye sorsak; çalışmak mı, neşe mi, ritim mi? Cevabı sizin şu ana kadar hayatınızı nasıl yaşadığınızı, neler yaptığınızı ve nasıl bir kader içerisinde buraya kadar geldiğinizi size tanımlar. Peki hayat nedir? Dört duvar olarak tasavvur edelim. Bu duvarlar yaşadığımız olaylar, haller haletler, ifadelerimiz ve rüyalarımızdır. Her bir tanesi diğerini oluşturur. Bir tanesinde ektiğiniz odanın başka duvarında tekrar canlanır. Örneğin bir ifadede bulunursunuz o ifade bir bakmışsınız bir olaya dönüşmüş. Bir olay yaşarsınız o yaşadığınız olay sizde bir duygu meydana getirmiş. Sonrasında yaşadığınız bu duygular rüya olarak karşınıza çıkmış. Anlamı, hayatın matematiğinin kurallarını kullanarak okumalar yaptığımızda bir bakıyoruz ki birçok şey kolaylaşıyor ve güzellikle gitmemiz gereken hedefe yani kendimize yöneliyoruz. Fakat dışarıyı merkeze koyarak sadece dışarıdan beslenerek ve dışarıyı suçlayarak her şeyin sebebinin dışarısı olduğunu zannettiğimizde, kurallarla kavgalı oluyor ve dünyayı, hayatı sevmemeye yargılamaya başlayabiliyoruz. Kişi geldiği dünyayı yeteri kadar sevmiyorsa beğenmiyorsa ve yargılıyorsa bu sefer baskıya ihtiyaç duyabiliyor. Omuzlarında ailenin baskısıyla şiddete varan ihtiyaçlar duyabiliyor. Eğer kendini koruyamıyorsa koruma ile ilgili bilgiye sahip değilse tabi ki o kişinin korkuları olacak. Alanını korumayı öğrenene kadar korkular edinecek. Ya da kişi sürekli geçmişe dönük yaşıyorsa bu sefer gelecek ile ilgili beklentiler endişeler yaşamak zorunda olacak ki gelecekle bağ kursun. Bunlar sistemin mekanizmaları ve eğer burada direnirse bu endişeler panik atak, psikolojik rahatsızlıklar ve alışkanlıklar oluşturuyor. Her an seçimimiz ne ise ona göre tamamlanmak durumundayız. Geldiğimiz bu dünyanın yaşam prensiplerini görene kadar… Bize seyrettirilen bir dünya var ve bu dünya Yaradan’ın rüyası. Bu rüyanın içinde sadece şahit olarak bulunduğumuz da huzurlu olabiliyoruz. Ne zaman ki dışarıya yani bu rüyaya müdahale etmeye kalkıyoruz o müdahale kadar hayatın yüklerini almak durumunda kalıyoruz. Dışarıyı suçlayarak dışarıya yönelik yaşamaya başlıyoruz, kendimizi görmez oluyor ve kendimizden uzağa düşüyoruz. Peki nasıl oluyor da kendimizden uzağa gidiyoruz? Herhangi bir farkındalıklı durumda başka birini merkeze koyuyorsak, başka birinin merkezinden hayata ve dünyaya bakıyorsak olanı başkalarının gözünden değerlendiriyorsak kendi merkezimizden uzağa kaymışız demektir. Kalbinin sesini dinlemeden onaylanmak için merkeze başkalarını koyduğunda artık hayatını başkalarına idare ettirip kendi merkezinden devre dışı kalabiliyorsun. İşte ne zaman ki bir insan kendi hayatını idare etmiyor, kendi kararlarını vermiyor o zaman karar mercii dışarısı oluyor. Nedeni yine kendi merkezinden uzağa gitmesi. Peki nasıl dönüştürebiliriz? Kişisel gelişim sürecinde ilerleyerek, kendi değerini bilip bu değeri bildikçe hayatını bilerek, hayatı, dünyayı doğru bir şekilde okuyup okuduklarını anlamlandırarak. Aslında bütün felsefeler peygamberler ve kutsal kitapların her birinin anlattığı bu. Biz nasıl doğru yolla, kolaylıkla kendimizle özümüzde buluşuruz. Bu hayatı nasıl cennet yaparız. Bu hayatımız ile beden ötesi hayatı nasıl cennete çevirir ve ikiliği bir ederiz… Bunların bilgisi her an kalbimizde fısıldar. Fakat dışarıyı çok dinlediğimizde kalbimizin sesini duyamaz hale gelebiliyoruz. Onun için bir çoğumuz bazen zihnini çok geliştirir. Zihnin çalışması iyi bir şeydir fakat sadece zihni geliştirip kalbi zayıf bıraktığımızda ise denge bozulur. Onun için her zaman dengeli ve doğru bir şekilde büyümeyi talep etmek önemlidir. Hangi alanda fazlaya kaçıyorsak dengeden çıkıyorsak o fazlaya kaçtığımız alanın diğer tarafında eksiliriz. Hayat içerisinde hangi alana adım atıyorsak bu adım attığımız alanın diğer kutbu ile eşleştirme ve tamamlanma yasası işler. İkiliğin bir olma halinin her an dengede olma sistemidir. Eğer eksiye gideceksen artıyı, artıya gideceksen eksiyi alırsın. Örneğin çok almaya gittin, bir şey verip bırakabilme denge kanunu çalışır. Herhangi bir şekilde aşırı yataya gidersen tabii ki hayatına aşırı hareket gelecektir. Aşırı hareket bazen çok hızlı geldiği için sen de şoklara sebep olabilir. Ya da sen herhangi bir yerde aşırı hareket ediyorsan örneğin zihnini, bedenini aşırı şekilde duygularını çalıştırıyorsan onları yavaşlatmak üzere, durdurmak üzere aşırı negatif ile yataya alabilmek için buluşacaksındır. Demek ki nerelerde aşırıya gidiyorsan karşıtını çekmek istediğin için bu alanlarda aşırıya gidiyorsun. O aşırıya gitmeye çalıştığın yerleri gör ve şimdi buna ihtiyacın var mı? Bu kadar sağa, bu kadar sola bu kadar yargılamaya suçlamaya kendini yetersiz görmeye, ya da kibirli görmeye ihtiyacın var mı? Bunları bir daha gözden geçir. Bu yol bu yüklerle gidilecek bir yol değildir. Yüklerini bıraktıkça, sadeleştikçe seni kendiliğinden içine alan ve seni yükseklere çeken bir yoldur. Ne kadar içerden tamamlanırsan kendi iç dengeni ne kadar sağlayabilirsen, fazlalıklardan arınıp özünle dengelenebilmek için tamamlanırsan o kadar dışarıdan tamamlanma ihtiyacından özgürleşebilirsin. Çünkü sen bu yasayı fark ettiğinde fark ettiğin oranda dönüşme hakkına sahipsin.  Peki bu yolda taleplerde bulunuyoruz buluşamıyoruz neden? İyileşmek istiyoruz herhangi bir durumu daha iyiye götürmek istiyoruz ve başaramıyoruz. O zaman şunu soralım, sen sorun ya da rahatsızlık denilen şeylerin sebebini yeteri kadar bilebildin mi? Çağırdığın durumların farkına yeteri kadar varabildin mi? Hayata davet ettiklerinle yeteri kadar helalleşebildin mi ki bunları gönderelim. İçeriye almadığımız herhangi bir misafiri uğurlayamayız. Yani zaten senin çağırdığın bedeninde rahatsızlık, ilişkinde problem ya da hayatında sosyal ve ekonomik olarak herhangi bir sorunu, kucaklaşmadan bize vereceği mesajı almadan onlarla vedalaşamayız. Bu vedalaşma aslında helalleşmedir. Helalleşmediğin bir durumda onun sana faydasını anlamadığında sadece çırpınıp durursun. Onlar o hal içinde ölene kadar, sessizleşip sakinleşerek o halin bilgisine tam bir teslimiyetle gelene kadar şifaya hazır hale gelemiyor. Şifaya hazır hale gelmek çırpınarak değil, gerçekten sakin bir şekilde ne istediğini bilerek talep etmekle mümkün. Bu talepler yarım eksik ifadelerle yapılıyor. Yüce merciden şifa isterken neden ifadelerini yanlış ve nasıl olsa o anlar diye yarım ifade edersin. Çünkü bunların altında o konunun iyileşmesini istememek vardır. Kişi, ‘Olur mu kim hasta olmak ister kim iflas etmek ister kim sorun ister? ‘ der. Her bir talebimiz aslında geçmişin yıkımıdır. Herhangi bir konuda bir şey istediğin an, o geçmişi yıkarak hayatına gelecektir. Bu sefer kişi şunu söyler, ‘ ben iyi bir şey istemiştim şimdi elimdekiler de gidiyor. ‘ Ya da bir çok kişi yeni bir şey istediği halde eskinin de kalmasını isteyebilir. Onlar şifayı en çok geciktirenler, iyileşmeyi erteleyenlerdir. Sistem her an kâinatı an içerisinde yok edip, an içerisinde var eden bir yapıdır. Her gün aynı gibi görünen bilgiyi başka başka anlamak durumundayız. Her an, yeniden var olanın içerisinde kalan yeniye geçiyor, bir önce de kalan geri kalıyor. Her an orada olduğunda hayatın prensiplerini doğru şekilde uygulayabiliyorsun. Öyleyse biz hayatımıza bir bakalım ne kadar ilerledik, ne kadar geride kaldık. Hangi yaşlarda takıldık, hangi inançlarla değerlendirdiğimiz hayatı ve halleri yaşıyoruz. İşte buraları açtıkça, tutsak kaldığımız yerlerin kilitlerini açtıkça yola çıkıyoruz. Bu yol kendimizden kendimize, kendiliğinden akan yoldur. İçerisinde dışarısı yoktur. Seyrettiğin bu dünya senden yansıyıp sana seyrettirilen bir dünya. Bu yansıyanların hiçbiri bir diğeri ile karışmadan, çatışmadan mükemmel tamamlanma ile bir birlik oluşturuyor. Eğer bulunduğunuz yerde merkezinizde iseniz sahibi sizsiniz. Kendinizi hayat içerisinde seyrettikçe kendimizi bilme yolculuğunda ilerlemeye ve bu da Rabbini bilme yolculuğunda ilerlemeye götürür. Biz kendi hayatımızın dümeninde ve gerçekten kalbimizin niyeti ile buluşabilme gücüne sahibiz. Bunun içinde kendimizi ve hayatı sevmek durumundayız. Hayatı sevmeyen kendini, kendini sevmeyen hayatı ve Yaradan’ı sevemiyor. Onun için kendimizi bir başkası ve bir başkasını da kendimiz gibi sevene kadar herhangi bir şeyi severek başlayabiliriz. Bir çocuğu, çiçeği, hayvanı severek. Dünyayla, hayatta olduğuna olan şükür ile sevgi ile bağlantıya geç. Şükür edenler, şükür edeceği olayları yaşamışlardır. Geleceğimizle ilgili bugünden şükretmeye başlayalım, tatlarla birlikte kendimizle buluşalım…   Sevgilerimle… Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56684/farkindalik-ve-manevi-yolculuk-kendini-gerceklestirme-rehberi
Kendi Potansiyelinizi Keşfedin: Nihai Hedefinize Ulaşmanın Yolları

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kendi Potansiyelinizi Keşfedin: Nihai Hedefinize Ulaşmanın Yolları

on Ağu 06 2025
Hedef belirlemek çoğu kişi için çoğu zaman kolay değildir değil mi? Hedef belirleme konusunda emin olamayan insan, toplumun ya da çevresinin ona dayattığı hedefe yönelir. Ve sevmediği bir işi yaptığı için, sevmediği ortamlarda bulunduğu için ya da hiç anlaşamadığı kişilerle birlikte olduğu için şikâyet halinde olur. Hayatın ve toplumun bir dayatması vardır. Bu dayatmaları kabul ettiğinde kurban rolünde olursun. Hedef koyamamak da yönü bulamamak da aslında en içeride, enerji dengesindeki eksiklikler yüzündendir. Temele gittiğimizde çakra açma sisteminde, görüsünü açmıyordur. Bazen görse de karar veremiyordur. Çünkü kararlar konusunda net değildir. Netlik yoksa, orada sis ya da bulut vardır. Bu yüzden görüş netleşemiyordur. Çakra açma sisteminde, ikinci enerji merkeziyle ilgili endişe halin varsa, yani ikinci çakra iyi çalışmıyorsa, şaşkınlık baş gösterir ve kararsızlık hali olur. Korku ve panik atağın doğurduğu endişe, sen hayata güvenemediğin için güç merkezini kilitleyerek kararlarını iptal eder. Böylece karar veremez hale gelirsin. Karar veremeyen kişi iradesini kullanamaz. İradesini kullanamayan kişi, başkalarının iradesine göre hareket etmeye başlar. Bugün kariyer planlama yapacak pek çok insan güvenli olsun diye maaşlı bir iş tercih ediyor. Devlet kapısında olmaya gayret gösteriyor. Çünkü toplumsal olarak bu düşünceye yönlendiriliyor. Sistemi kendi içinde kurmadığında, çalışır hale getirmediğinde, dışarıdan yönlendirmeler başlıyor. Kendi potansiyelini keşfetmek üzere her birimiz çeşitli yeteneklerle doğduk. Hayatımızı kendi seçimlerimizle oluşturmak üzere yaratıldık. Hayatı cennete dönüştüremiyorsak bu yolda doğru gitmeyen bir şeyler vardır. Hedef belirleme konusunda adım atamıyorsan, gelecekle ilgili bir şey çağıramıyorsan erille, otoriteyle, ruhla ve Yaradan’la ilgili alışveriş dengende bir bozukluk vardır. Babayla ilgili sorunlar yaşıyorsan, geleceği göremiyorsundur ya da gelecek sis bulutunun ardındadır. Anneyle ilgili sorunun varsa, geçmişe dönüp bakamadığın için geleceğe dönük hedefler koyamazsın. Her iki durumda da hedeften şaşarsın. Uzakdoğu’da bir yayla ok atma sanatı vardır. Çok özel bir teknikle çalıştırırlar ve ruhsal eğitimle, farkındalık ile ok atmayı öğretirler. Öğrenciler, geldikleri noktada, hedefi kafasının içinde görmeye başlar ve oku nereye çevirirlerse çevirsinler o ok, gidip hedefi vurur. Yazık ki çok insan hedefe elleri titreyerek baktığı için önünde duran hedefi bile vuramaz. Dünya hayatına bir hedefle geldin. Hatırlasan da hatırlamasan da bu hayat programını almanın bir sebebi var. Bu sebep sana her gece rüyalarında hatırlatılsa bile gün içinde unutursun. Yüz yıllık bir ömür verseler ve “Süren bittiğinde, dünyadan ayrılırken, gönül rahatlığıyla gitmeni sağlayacak olan şey nedir?” diye sorsalar ne cevap verirsin? Cevap, senin nihai hedefindir. Yani bir gün dünyadaki hayatın tamamlandığında, “İyi ki yapmışım, iyi ki şu son noktayı koymuşum. Tam da hedeflediğim, gelmek istediğim noktadayım ve yapmak istediğimi yaptım. Bu benim dünyada bıraktığım izdir işte” dediğin şey, nihai hedefini tarif eder. Şu ana kadar sezdiğin, hissettiğin veya fark ettiğin nihai hedefini bul. Hayalinde dikdörtgen taşlarla örülmüş bir piramit maketi oluştur. Şu anda bulunduğun seviyede yaptıkların, birikimlerin, olduğun nokta neyse bunu bir taban taşı olarak zemine döşe. Piramidin tepe noktasına da ulaşacağın nihai hedefi yerleştir.  Çoğu kez temeli oluşturmak işin en emek verici kısmıdır. Çevrenin baskıları, dışarının gürültüsü ve nefsin şımarıklığı başlıca engellerdir. Şimdi hedefe ulaşabilmek üzere birikimlerinden bir taban karesi oluştur. Nihai hedefe gidiş yolculuğuna hizmet etmeyecek her şeyi ele. Ardından, ilk tabanın üzerine nihai hedefin bulunduğu yüksekliğe doğru odağını daraltıp taşlarını örerek yukarıya doğru çık.  Bu ilerleyişte ihtiyacın olan motivasyon artırma yöntemlerini, enstrümanları, eğitimi, yeri ve fikirleri kendine katmak konusunda projelendirmeler yap. Eksikliklerini ya da bırakman gereken fazlalıkları tespit et. Yanlara ve hedef dışı taşmalara yani oyalanmalara dikkat et. Bazen özgürlük alanlarını sen yönet. Elin işte gözün oynaşta gibi, hedefini gökyüzündeki bir yıldıza bakarak yürürmüşçesine takip et. Gelişimine ve hedefle buluşmana hizmet edecek alanların içinde ol.  Hele ki seçtiğin nihai hedef seni yükseltip bütünün de hayrına olabilecek bir şeyse eylemlerinin seçiminde “Bunun benim tekâmülüme ne faydası var?” diye sor. Sana hizmet ediyorsa, kişisel gelişimine fayda sağlıyorsa yola devam et. Piramidi ve hedefini gözünde ne kadar iyi canlandırabilirsen hedefinle buluştuğundaki halin tadını hissederek şevkle yola devam edebilirsin. Bu dünyaya niye geldiğini bilmiyorsan, niye bu anneden, babadan doğduğunu, niye yaşadığını bilmiyorsan nihai hedefine ulaşamazsın. Hayattan ne almak istediğini bilmeyen ne almak istediğine karar veremez. Nerede olduğunu bilmeyen, nereye gideceğini bilemez. Nereye gideceğini bilmeyen için gideceği her yer hedefinden uzaklaşmadır. Yaşam senin için sadece nefes almak, yemek yemek ve su içmek midir? Eğer öyleyse söyleyecek söz yok zaten. Eninde sonunda bir ekmek veren bulunur. Dünya hayatına ne için geldiğimizi hatırlamanın adı, dönüş yolunu hatırlamaktır. İnsan dönüş yolunu hatırlamıyorsa hayat piramidinin duvarlarını yükseltmeye çalışırken içindeki labirentlerde sıkışıp kalıyordur. Yani onu nihai hedeflere taşıyacak yönelimler yerine, başka şeylerle uğraşmaktadır. Piramidin tepesindeki hedefe varabilmek için, alttaki hedefleri de oldurmak gerekir. Mesela bir yazar, nihayetinde Nobel almayı planlıyorsa, öncesinde kitabını yayımlatmayı, çok okunmayı, ülke içinde de ödüllendirilmeyi kendine ara hedefler olarak belirlemelidir. Hayatının senaristi olarak bu sinemadan izleyicinin nasıl çıkacağını önce hayal ettin, bu filmin ne anlatacağına karar verdin. Şok bir final mi olacak, öğretici mi olacak, ağlatacak mı, yoksa güldürecek mi? Bir film izlediğinde aklında en uzun süre son sahnesi kalır. Hayat sinemasında da filmin önce sonu yazılır sonra da o son sahneye göre başlangıç ve gelişme bölümleri yazılır. Dünya hayatı için gelecekten geçmişe yaptığın program gereği bu anne babadan doğdun, o yüzden bu okulları okudun, bu mesleği yapıyorsun ve şu andaki mevcut halindesin. Zihin sıralı ve tek boyutlu çalıştığı için meseleyi anlamakta zorlanabilirsin. Oysa önce “gelecek” oluşmuştur, geçmiş değil. Zihnimiz zamanı, “geçmiş, şimdi ve gelecek” düzlemi üzerinde görür. Bu şekilde algılayarak kendini zaman ve mekân eksenleri içerisinde konumlandırır. Mağara devrindeki insanlar çocuğu anne doğurduğu için anneyi yaratıcı olarak görmüşlerdir. Uzun zaman sonra bir erkeğin bir kadını döllemeden yani baba faktörü olmadan çocuk olmadığını fark etmişler. Bunu sembolik olarak değerlendirelim istersen... Anne geçmiş, baba gelecek, çocuk da şimdiki zaman olsun. Zihin şimdinin ve geleceğin oluşabilmesi için önce geçmişe yani anneye ihtiyaç olduğunu savunur. Modern fizik ve biyoloji ise bu işte babanın da katkısı olduğunu söyler. Yani geleceğin, geçmişi döllediğini... Aslında anneyi ve babayı yani geçmişi ve geleceği buluşturan, çocuktur, yani andır. O çocuğun doğabilmesi için anne ve baba bir araya gelir. Bu arada sistemin bir sürü yasası çalışıyor ve herkesin bir yedeği var. Herkes piramidin tepesindeki hedefe ulaşacak değil elbette. Sen değilsen bile, oraya ulaşabilecek bir sürü yedeğin var. Sistemin hiçbir işi boşta kalmaz. İki yüz milyon sperm, çocuk olabilmek için koştu. Her birinin yedeği vardı. Yolda dökülenler oldu ama bir tanesi hedefine ulaştı. Sen de kendi hayatın için bir hedef belirledin, o hedefi bulmak üzere yola çıktın. Somonların şelaleleri aşıp kaynağa yumurta bırakmasını düşün. Dönüş yolunu bulma içgüdüleri, yumurtalarını doğru yere bırakmayı sağlıyor. Şelalelerden geçeceksin ve hedefine ulaşacaksın. Hayatın mesajlarını doğru okumadığında, geri durman gereken olaylar hatırlatılmasına rağmen ısrarla onları yapmaya çalıştığında, bırakman gerekenleri bırakmadığında hedefinden uzaklaşır ya da oyalanmaların sonucu hedefinden uzaklaşırsın. Judo yaparken, 19 yaşında milli takımda ve kendimce gücümün zirvesinde olduğum bir zamanda yarışları bırakmaya karar vermiştim. Çünkü bu işin kendimi geliştirmek istediğim manevi alanlarla ilgili engel teşkil edeceğini düşünüyordum. Bu kararı vermeme rağmen bir müddet bırakmakta oyalandım. Önce belimle boynum arasındaki kaslarım aşırı sertleşti ve kımıldayamaz hale geldim. Ardından omuz kaslarım yırtıldı ve beş dakikalık bir maçta üç kere çıkmaya başladı. O günlerde, canım acıtılarak içimdeki sese ve hedeflerime yönlenebilmek için yarışmacı olmaktan vazgeçirildim. Hatırla ki, bıraktığında kolaylık vazgeçtiklerinde ise zorluk sunulmuştur. Gerek sezgilerinle gerek algılarınla, ilhamlarınla, gerek hayatın sana yön vermesiyle, sorularınla cevaplar gelir. “Gerçekten neyle buluşuyorum?” “Neyle buluşmak beni mutlu eder?” sorusunun cevabını bekle. Korkularını bıraktığında, seni neyin mutlu edeceğini belirlersin. Gücün belki ilk aşamada piramidin tabanında sadece bir adım atmaya yetecektir. Fakat devam ettiğinde nihai hedefi göreceksindir. Hedeflerini gerçekleştirmediğinde geriye döner ya da çıktığın mesafeden aşağı düşebilirsin. Bu hayat okulu içindeki ilerleyişinle, mezuniyetinle alakalıdır. Mezun olabilmek için okulun icaplarını, boyutun gerekliliklerini yerine getirmen gerekir ki ancak o zaman hayatın içinde “tam” olursun. Adımı atarken orada ol. Arkaya dönme, ileriye de bakma, sistemle ol. İşte o zaman, bütün dönüşler O’nadır. Tüm bağımlılıklar aslında duygu bağımlılıklarıdır. Bağımlılıklara yüklenen anlamlar vardır. Duygu barkodu konusunu iyi anladığında alkol, sigara, ilişki ya da her neye karşı bir bağımlılığın varsa, hepsini kolayca kesebilirsin. Kesmek istemiyorsan tabii ki devam edersin ancak artık bu senin iradenle olur. Kaçılacak herhangi bir duygu, bağ ya da bağımlılık yoktur. Bağımlılığını öncelikle kucakla. Bağımlılık varsa, bir şeyi tamamladığı için ve o bağla seni bir yere köklediği için vardır. Bağımlılığı bulunduğu yerden alırsan, yerine başka bir şey konulacaktır. Çünkü belli ki bağımlı olmaya ihtiyaç vardır orada. Önce hayatla ve olanla barışmak önemli... Olanın içinde değiştirebileceğin bir şey yok. Sadece fark ettiğinde değişen şeyler var. Hayatında kötü bir şey yok. Hepsini sen imal ettin. İmar eden de sensin. Bu kendi hayatın. O zaman öncelikle kendi hayatını ve olanı kucaklaman gerekir. Bu hayatla, kendinle ama en önemlisi de Tanrı ile barışabilmek lazımdır. Çünkü bütün kavgaları farkında bile olmadan hep O’nunla yaparsın. Kime kızarsan kız, hesabın hep O’nunladır. Olanı kucakladığında işler değişir. Kucaklamanın diğer adı kabuldür. Dördüncü çakran, yani kalp çakrası, yeşil renklidir. Cennetin olduğu yerdir. Seni cennete ulaştıracak olan bilgi tam da burasıdır. Uyuşturucu bağımlısı bir danışanım akıl hastanesi dahil birçok zorlayıcı terapilerle kendini epey hırpalatmış durumdaydı. Ailesine de hayata da güvenmiyordu. Bana geldiğinde çok kaba, sert ve ürkekti. Bu görünümün altında çok ince ve narin bir kalp vardı. Annesinden ve babasından yeterince sevgi alamadığını düşündüğü için kendini sevilmeye layık görememiş, bu yüzden hayatı da hayatını da değerli bulmamıştı. Dünyayla bağ kurabilmek ve köklenebilmek için bağımlılıklara ihtiyaç duymuştu. Önce alkol ardından da uyuşturucu hizmet etmişti onun bu ihtiyacına. Fakat bağımlılıkları hayli pahalıya mal olmuş, bedeninde, duygu ve düşünce sisteminde deformasyonlara yol açmıştı. Ses ve renk frekanslarıyla çalıştıktan sonra dışarıdan onay ve sevgi ihtiyacının yerine kendini sevmek ve kendini onaylamayı koyduk. Dışarıya muhtaçlık bittiğinde hayatın kıymeti ve değerleri tekrar görünür oldu. Hayatın güzelliklerine ve yeni tatlara köklendi. Bu köklenmelerle oluşturduğu yeni bağ ve bağlantılar sayesinde bağımlılığa olan ihtiyacı sona erdi. Oyalanmış olmana bile kızma. Emin ol ki oyalanman da sebepsiz değildi. Dünyaya köklerini yolla, duygularını kucakla. Yaşadığın tüm duyguların içindeki barkodları, duygu izlerini al, kabul et. “Bu duygu iyi ki var çünkü ben bu sayede hayatı, dünyayı ve kendimi öğreniyorum!” de. Tekâmül evresi içinde çok önemlidir bu kabul, çünkü sadece burayla sınırlı değil hayatın. Bu dünya hayatı özenle hazırlanmış çok iyi bir simülasyon diyarıdır ve her şeyi hak ettikçe anlayabilmemiz için de bir sürü perdelemeleri ve aynalamaları mevcuttur…   Sevgilerimle… Hoşça kalın. Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56683/kendi-potansiyelinizi-kesfedin-nihai-hedefinize-ulasmanin-yollari
Sevgi ve Şefkatin Gücü: Doğayla Uyum ve Evrensel Enerji ile Farkındalık

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Sevgi ve Şefkatin Gücü: Doğayla Uyum ve Evrensel Enerji ile Farkındalık

on Ağu 06 2025
Sevgi, insanın yüreğiyle ve derinlikleriyle ilgilidir. Bu dünyada bize en çok lezzet verecek haldir. Biz yiyip içtiklerimizden, görüp gözettiklerimizden daha fazla, sevgiyle beslenmeye ihtiyaç duyarız. Sevgi nedir? Sevginin doğadaki karşılığı sempati yasasıdır. Gezegenlerin ve galaksilerin birbirlerine çekiminde, çiçeklerin, arıları ve kelebekleri davet etmesinde sevgi yasası vardır. Hayatın devamlılığı, üreme, itişme, kıskançlık hatta nefret, sevginin ya da sevgisizliğin sonucudur. Yüreğinin derinindeki sonsuzdan bembeyaz bir ışığın kaynayarak göğsünün duvarlarına gelip tırmanmaya çalıştığını düşün. Yaşananları hazmedip sindirebildikçe, özümsedikçe ve kendini geliştirdikçe saydamlaşan kafesinden sevgi tüm berraklığıyla ve ışıltısıyla etrafına yayılır. Yansıdığı her yürekte görebilen için bir kıvılcım çakar.  Kaynağımızdan her birimize sevgi ışığının projeksiyonu bol miktarda yapılsa da, gerek yaşanan olayların duyguları sertleştirmesi ve katılaştırması, gerek gelişime ve değişime direnç gösterilmesi, bu sevgi ışığının hissedilmesi, görülmesi, yansıması ya da yaşanmasında perdeler oluşturur. Bu sebeple her birimiz kendi gelişmişlik ve şuurlanmamız oranında sevebiliriz. Yani şuurlandıkça daha çok sevebilir, sevdikçe daha çok şuurlanabiliriz.  Yaşam deneyimleri bizi geliştirmek, yani sevgiyi, sevgi frekansını içimizde serbest bırakmak içindir.   Gündelik hayatımızın içinde sevgi alışverişlerine bakacak olursak bu bağlamda sevgi nedir? Sevgi, genel anlamıyla vermektir ve bunun karşılıksız, beklentisiz ve koşulsuz olanı makbuldür.  Bir kır çiçeğinin beklentisiz, hiçbir şeyi diğerinden ayırt etmeden, göreviymiş gibi hissederek koşulsuzca kokusunu yayması sevgidendir, sevgi frekansındandır. Tabii önce o kokuyu kendine alıp kendini beslemek kaydıyla... Sen de insana, doğaya koşulsuzca sevgi veriyor musun bir bak. Veriyorsan, çoğaltarak yola devam. Veremiyorsan bunu, kendini seyrettiklerinden ayırdığın ve farklı gördüğün için yapamıyorsundur. Hepimizin aynı geminin içinde olduğumuzu, dünyadan beslendiğimizi ve paylaştıkça çoğalacağımızı hatırla... Kendini sevmek, başkalarını sevmeye giden yolun ilk adımıdır. Kendini sevmeden başkalarını sevmeye çalışanlar, sevginin ne olduğunu anlayamadıkları için tanımlarını da karıştırabilirler. Böylelikle elbiseyi, eşyayı, kuzu yemeyi ya da filmi 'severim' diyerek tarif ederler. Sevdikleri insanlara da 'hoşlanırım, beğenirim' derler. İçeriden fışkıran sevginin ateşi ne kadar yansıyorsa o kadar sevgiyi hissedersin. Kucaklamak istersin. Doya doya bakmak istersin. Hayranlığını şükretmekle dillendirirsin...  Sevgiyi içinde hissettikçe, zıtlıkların birbirini tamamladığını ve olanın bir hediye olduğunu fark edersin.  Biz sevgimizi büyütürken varlığımızı ve Allah’a olan inancımızı da büyütürüz. Bu yüzden yeryüzünde 'bir' dediğimiz yaratıcıyı, her birimiz farklı şekillerde anlar, algılar ve hissederiz.  Kâinatımızda her türlü enerjinin alışverişinde bir bedel uygulaması olduğu halde, sadece sevgi için koşul ve karşılık yoktur.  Sevgi frekansı, korku ve öfkeyi yutarak yok edebilme gücüne sahiptir. Korku ve öfke ise emerek, sevgiyi tüketebilme özelliğine sahip... İnsan, hayat deneyimleriyle ve potansiyeliyle, sevgi ışığının geçeceği aktarım borularını kirli tutuyorsa, ışık zannedilen karanlığın bir unsurudur.  Bu konuyu, çok temiz bir kaynak suyunun kirli ve paslı borulardan geçerek akması gibi tezahür edebilirsin aklında... Akışı kirleten öğrenilmişlikler, cahillikler, kaba ve geri realite frekanslarıdır.  Tabii ki isteyen bir çiçeği, bir kelebeği yeniden sevmeye başlayarak, sevgiyle iletişime geçerek perdelerini tekrar açabilir. Her an kirli boruları ve kanalları temizlemek bizzat kendi elimizdedir. Bazen bir kedi, bir köpek, bir kuş ya da saksının içinde açan bir gül kapanan kalbinin tekrar sevgiye açılmasına aracılık edebilir. Tüm gülücükler ve kahkahalar kalbini açarak, tekrar sevebilmen içindir. Öyleyse gülümse hayata, kendine ve tüm organlarına. Göreceksin ki sen kalbine gülümsedikçe kalbin de sana ve etrafındakilere gülümseyecektir, gülümsetecektir.  Hayat içindeki birçok davranışını sevilmeye olan ihtiyaçların belirledi. Özellikle dışarıdan onaylanmak isteyen, daha başarılı, daha gözde, aranan ve gıptayla bakılan biri olmak isteyen tarafının arkasında da aynı mekanizma var.  Başarılı sporcuların, sanatçıların ve sahne sanatlarındaki bol alkışın perde arkasında sevilerek onaylanma ihtiyacı vardır. Fakat her birimiz için kıymetli olan önce kendini sevebilmek, sevgimizden ve sevildiğimizden emin olabilmektir.  Sevgi titreşimlerinin yükselip merhametin gelişerek senden yansıyanları kucaklaması şefkatle olur.  Gecenin tüm yeryüzünü örtmesi gibi şefkatte, odağındakileri sevgiyle kucaklar... Hiçbir canlıyı, cansızı, karmaşayı ya da akışı dışlamadan tamamen kucaklayarak içine alır.  Şefkatte insan, realite ve varlık ve ayrımı gözetilmez. Tarafsızca ve duygusallığa izin verilmeden, hakkıyla, sevgi yağmurları tüm toprağa serpilir. Hem de doğayla ve ilahi yasalarla uyumlu şekilde... Her insanın kendi seçtiği ve ihtiyacı olan kadere saygı duyarak, yardıma hazır fakat ne acıyarak, ne de kendinden aşağı görerek yardım elini uzatan el şefkatin elidir. Yumuşacıktır... Sana senden yakındır... Veren ve alanın birliğini içerir. Şefkatli bir elden bir şey alırken kendini, veren sanırsın. Lütuf alırken lütfeden gibi hissedersin…  Sevgi ve şefkatle besleyip beslenmek nasibimiz olsun…   Sevgilerimle... Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56682/sevgi-ve-sefkatin-gucu-dogayla-uyum-ve-evrensel-enerji-ile-farkindalik
Hayatın Ritmi ve İçsel Huzur: Evrensel Enerji ile Buluşma

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Hayatın Ritmi ve İçsel Huzur: Evrensel Enerji ile Buluşma

on Ağu 06 2025
Hayat aynasında kendini okuyabilen için yeni bir dönem başlar. Bu bizi hayatın ritmiyle buluşmaya götürür. Hayatın ritmi, aslında evrensel enerji ile uyumlanmaktır. Peki, nedir bu ritim ve neden buluşmak için kimi kulaklarını kapatmaya çalışırken kiminin kalbi titreşir? Çoğunlukla görünene, şekle ve renklere takılma meylimiz vardır. Renkler ortadan kalkınca sesler daha iyi seçilir. Yaşadığın anı kaçırmak, tam olarak içine doğamamaktır. Güneşin doğuşundaki güzelliğe gözlerini kapatmak gibi bir şey bu... Tüm deneyimler, çoklukmuş gibi gözükür. Şekillere takılan, çokluğun içinde kaybolur. Oysa sakinleştiren tek bir şey vardır… Bu bir ormanın içinde bir böcekle randevulaşmaya benzer. Ancak böcek seni gelir bulursa buluşabilirsin. O yüzden çokluğun içerisinde arayarak değil, buluşacağınla, buluşacağın yerde, sakince orada olabilmektir, seni o buluşmaya götürecek olan. Çünkü sadece o gelip seni bulur, sen onu bulamazsın. Yaradılış tek bir zerre ile tek gibi görünen o zerrenin sonsuz şekilleriyle şekillenirken, çokluğun içerisinde buluşmanın tek bir yolu vardır. İçsel huzur için içinde titreşeni bul… İçini bir an olsun fark ettiğinde, buluşmaya davet ettiğin ve seninle buluşmaya davet gönderenle buluşman için ihtiyacın olan habere haberciyi serbest bırakırsın. O yüzden canlılar ölüme yürümez. Ölüm gelir onları bulur. Bulunmak ve buluşmak isteyen için kişinin kendinde olması çok değerlidir. Kendinden uzağa giden için buluşmak ne mümkün? İçinde olmadığın arabayı yürütmeye çalışmak gibidir. Anahtarı elinde olsa da içinde değilsen hareket edemezsin. Bu hayatın bilgisiyse anahtar, bilgi sana kendini aktaramadığında eylemi başlatamazsın. Hayatın ritmini duymak, Allah'ın nefesini duymak gibidir. Allah'ın ritmi formdan önce gelir. Form açığa çıkıştır. Halbuki ritim, karmaşadan önceki haldir. O kendiliğinden açığa çıkacak olanın kendi ritmini duymaya başladığı andır. Form, dışı özgür bıraktı. Işık özgür kalınca çeşitlilik başladı. Çeşitlilik ile artık ritim duyulmaz oldu. Şimdi ise seyir başladı. Bu nasıl bir şeydir bilebilir miyiz, hayal edebilir miyiz? Uzun bir süre bir yerde oturup orada olduğunu bildiğin düşünce ile buluşmak için beklemek gibidir. Ne olduğunu bilmediğini zannettiğin şeyi aslında bilirsin. Ne olduğunu bilmediğin ama orada olduğunu bildiğin ve buluşacağından emin olduğun şey... İşte o, Yaradan'ın açığa çıktığı an gibidir. O bizim Tanrı dediğimizin burada kendinde olanı fark etmesi demektir. Hayatın ortaya çıkmasına izin vermesidir. İşte bizim anlayacağımız şekliyle ondan sonra akış onun için başlamıştır. Akış hâlâ devam ediyor. Bir su kuyusunu bulmak gibidir anlattığım şey. Su kuyusunu açmak için uğraşan bu âlemin sırlarını keşfedebilir. Akış başladığında (biz ona yaratım diyoruz) açığa çıkartan, açığa çıkmayı kabul eden ve buluşan olunur. Bizim Tanrı dediğimiz, bizim hayatımızın yöneticisidir. Dünya dediğimiz boyutun anlaşılabilmesi için onun öğretisinin, aktarıcısının veya akışı başlatanın yaratımının fark edilmesi gerekir. Ancak o izin verirse, o kapıdan ve o boyuttan diğerlerine geçilebilir. Geri kalanlar birer yanılsama ya da bir kural dışı eylemdir. “Boyutlar arası yolculuk yapabilen var mı?” diye sorarsak, boyutlar arası yolculuk için buradaki bağlantının bitirilmiş olması gerekir. Yani dünyanın icaplarını yerine getirip, hakkını vererek yaşayanlar için yol açıktır. Beyni bir tür uzay aracı gibi gördüğümüzde, dünya deneyimi tamamlanmadığında oradaki çeşitlilikler insanı ve beynindeki bilgi akışını yönetmeye başlar. Buraya nasıl gidilir dersek şöyle söyleyebiliriz: “Bir kara aracın var ama bu denizdeki hedefine ulaşmana yardım edemez.” Yani edinilmemiş birtakım özellikler olmadan görmüş olsan da bilgi aktarımı pek mümkün olmaz. Ancak ve ancak dünya ile ilgili olaylardan biraz olsun uzaklaşabilmeyi başarır da şekil ve formdan frekansı dinleme ve frekans yükseltme seviyesine ulaşabilirsen kendi içindeki ritmi duyabilirsin. O zaman bu boyutun ritmi ile buluşabilirsin. Burada bize bilginin aktarımı başlayabilir. Beynimizi kullanalım diye bize “merak” diye bir program verildi. Bunlar nöronlar arası haberleşme sisteminin sağladığı bir tür elektriklenmedir. O bölgeyi harekete geçirmek beynimizi diri tutmak için yapılmış bir aktivitedir. Bizim yaptığımız ne varsa elektrik akımları ile ilgili bir tür bilgi akışının sağlanması içindir. Aslında biz ne kadar çok bilgiden uzaklaşırsak o kadar bağlantı kurabiliriz. Ancak söz konusu uzaklaşma cahillik değildir. Eğer beyin kullanılmadan kapatılan bir hale gelirse o zaman birtakım hikâyelerde “karanlık varlıklar” diye anlatılan bölgeye geçiş yapılır ki, orası aslında hareketsizlikten dolayı bir çok olasılığı içerir. Bu vakit kaybı ile ilgili bir şey. Bizim boyutumuzda zaman çok önemlidir. Özellikle içinde bulunduğumuz gezegende zaman birinci öncelik taşır. İşte bu aşağıya inen karanlığa doğru hareket eden enerjilerin “tehlikeli” ya da “istenmeyen” sıfatlarıyla tanımlanmasının sebebi yavaşlayıp hareketin ve nöronların birbirleriyle haberleşmesinin zorlaşmasıyla ilgili... Çünkü haberleşme ağından uzaklaşırsak durağanlık başlar. Her şeyi yeniden başlatmak üzere, tekrar akışa alınabilmek için, enerjinin aktarımına ihtiyaç duyar negatif. O zaman hareketli olana ve hareketini yüksek kullanana doğru hareket etmeye başlar. Enerjiye ihtiyaç duyar tekrardan bağlantıya geçebilmek için. İşte şimdi burada anlatmak istediğim şudur ki “sakin” diye tanımladığınız her şeyi hissedip, onun içindeki ritmi duyduğumuzda dünya deyimimizle O’nun kalp atışını duyarız. Görsel olarak çok enerji harcadığımızda ritmi duymayabiliriz. Bu yüzden arada sırada göz kapaklarını indir. Göz kapaklarının inmesi sadece ışık uyaranı ile bağlantının kesilmesi değildir. Görme duygusu sadece ışıkla ilgili değildir. Işık, şekil ve formu açığa çıkartandır. Açığa çıkmış şekil ve form bizi oyalayabilir. Ama ritim hep orada durmaktadır. Ara sıra göz kapaklarını indirmek formdan ritme gelmemize yardımcı olur. Çünkü ileri boyutlarda kelimeyle aktarım değil sadece frekans ritmi aldığımızda aktarım gerçekleşir. Burada soru yoktur. Merak yoktur. Sadece katkı vardır. Bu aktarımlar başka boyutların bize desteğidir. Sadece anlamak yeterli değildir. Anlamak yerine buluşmak daha iyi gelir. Açılan yeni dönem ritmi duyanlar içindir. Yeni dönem, başka bir hissediş vaat ediyor. Burada kulağımızla alıştığımız sesin ve ritmin dışında akan başka bir ritim var. Eğer duymak istersen kendi bedenini kulak gibi düşün, işte o zaman rahat edersin. Bildiğin, seni bu hayata çapalar. Bildiğini kenara koy, yeniyi yenilenerek almayı dene, özgürleş…   Sevgilerimle… Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56681/hayatin-ritmi-ve-icsel-huzur-evrensel-enerji-ile-bulusma
Yaş Almanın Farkındalığı: Ân'da Olmanın Gücü ve Mutluluk Rehberi

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Yaş Almanın Farkındalığı: Ân'da Olmanın Gücü ve Mutluluk Rehberi

on Ağu 06 2025
Atalarımız binlerce yıldır doğum günlerini kutlamakta ve doğum günü zamanımız yaklaştıkça her birimiz birçok doğum enerjisini, birçok duyguyu içeride hissetmekteyiz. Bu hissedişimiz bir döngü olarak doğum günümüze 2-3 gün kala başlıyor ve birkaç gün sonrasına kadar da devam ediyor. Günümüzde birçok kişi için yeni bir yaşa girmek bir kazanç değil, kayıp gibi görünmektedir; oysaki edindiğimiz deneyimler ve bilgilerle beraber her doğum günümüzde yeni bir döneme geçiyoruz. Aldıklarını görenler ve bunun faydasının farkında olanlar kazançtadırlar; aldıklarını göremeyen ve sadece verdiklerini görenler ise kayıptadırlar. Bu, hayatımızdaki her türlü şey için böyledir.  Doğum günümüze bir bakalım: Geçtiğimiz yıldan neler aldık, hangi dersleri aldık? Yıl içinde hangi kazançları topladık? Hânemize artı olarak yazabildik mi yoksa boşa mı yaşadık? Boşa yaşamaları, hânesinde çoğalanlar; son gün, keşke bu hayatı daha güzel yaşasaydık diyebilirler. Aslında her birimizin yaşadığı hayat, her birimizin yaşam öyküsü çok güzeldir; göremeyen, sadece bizlerizdir. Bizler; hayattan, ilişkilerden, ailemizden aldıklarımızı görüp kabul ettiğimiz ölçüde, hayatımızı iyileştirmeyi kabul ediyorsak değerleniriz. Sadece verdiklerini görenlerimizse sürekli o alana konsantre oldukları için bu alanda bir kader yaratıp, hayatları boyunca kayıp içindedirler. Doğru tespitlerle, doğru bir şekilde hayatımızı ve aldıklarımızı görebildiğimizde o alanları büyütürüz, aldıklarımızın kazancı artmaya başlar; ki bu bir yasadır. Bir şey aldığında ve karşılığında bir ödeme yaptığında bu ödemeden pahalı diye şikâyet edenler, o aldığını kendisinden daha değerli görür yani aslında alamaz. Bunların her biri, insanın şuur altında kendisine oynadığı oyunlardır; çünkü paha demek, değer demektir. Bir şeye pahalı diyen, aslında benden değerli demektedir. Bu hayatta bizden daha değerli olan bir şey var mıdır? Bu farkındalıkla baktığımızda; bizim dışımızdaki her şeyin ancak bir ederi olur; bunun ederi ne kadar diye bakar, fiyatı yüksek ya da alçak diye değerlendiririz. Pahalı demeyiz.  Bizim hayattaki değerimiz nedir ve bu değeri ne ile ölçer, ne ile arttırabiliriz? Ne ile bunu daha kazançlı ve verimli hâle getirebiliriz? An ile… Çalışabiliriz, iş yapabiliriz, bir arkadaşımızla eğlenebilir, gezebiliriz veya istediğimiz herhangi bir yeri keşfe gidebiliriz; önemli olan, bizim olan bu yegâne şeyi nasıl kullandığımızdır. Kimi insan için en değerli şey paradır ancak o parayı da zamanını vererek kazanıyordur. Bir çok kişi para için çalışırken zamanını, sağlığını ya da ailesinin mutluluğunu da tüketiyor olabilir. Bizler ise bunu şu anda duyarak, “keşke”lerimizi görerek, şu anda hayatımızı nasıl daha iyi yaşayacağımıza, nasıl daha kazançlı hâle getireceğimize bakabiliriz.  Bizim yegâne varlığımız ân ise bunu nerede kullanmalıyız? Nerede kullandığımızda bu hayattan tat alabiliriz? Bir ânın ne kadar hakkını vermeyi seçtik? Bu bedenin, bu hayatın, bir tadın içinde olmanın, bir kucaklaşmanın, bir bakışın, bir yemeğin, bir bilginin içeriye girişinin tam da o ân içinde şahitliğini en son ne zaman seçtik? Bu sorularla emeğimiz, zihnimiz, anlayışımız, duygularımız, yaratımlarımız hatta zaman yönetimimiz iyileşebilir ve zamanımız bereketlenebilir. Her birimiz kendi hayatlarımızın yapıcısı, oluşturucusu, bir şekilde dizaynlarıyız. Biz kendi değerimizi görüp fark ettiğimizde, dışarıdan onay beklemeyi bırakarak kendi onay merceğimiz oluruz. Kendini onaylayan dışarıda da onaylanır ama bu onun umurunda değildir. Çok şükür, ben kendimden razıyım, der. Eksiklerim var, çözemediklerim var ama ben mükemmel değilim, her hâlimle kendimi onaylıyorum diyebilir. Mükemmel olan ol ‘ândır sadece. Kendi öz değerini, zamanın, ânın ve  ona sunulan güzelliklerin değerini bilenler için yeni bir dönem başlıyor. Kendimizin efendisi olmaya başladığımızda, kendi ihtiyaçlarımızı görerek, kendi seçimlerimizi yapmaya, kararlarımızı uygulamaya başlarız. Bunun adı özgürlüktür. Bu hâl içinde, ayıp olmasın demeyi bırakarak kendimize ayıp etmekten özgürleşiriz. Yeniye doğarken ve yeni bir yaşa girerken her adımda hayatımızdaki güzel değerleri kullanarak bunların değerini arttırırız. Hayat dediğimiz bir aynadır ve o aynaya anbean bakan olarak ne görmek istediğimizin kararını bizler veririz.   Sevgilerimle. Hoşça kalın.  Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56680/yas-almanin-farkindaligi-an-da-olmanin-gucu-ve-mutluluk-rehberi