Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Zenginliğin Kadersel Kodları: Hayatına Zenginliği Çağır!

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Zenginliğin Kadersel Kodları: Hayatına Zenginliği Çağır!

on Ağu 10 2025
  Zenginlik alanlarımızı kendimiz seçeriz. Diyeceksiniz ki, herkes zaten zengin olmak istemez mi? İster; ama hangi alanda zengin olmak istediğimizi seçmemiz gerekir.  Mesela bir insan sağlık zengini olmak isteyebilir. Çok sağlıklı bir yaşam sürerek, bedenine çok iyi bakarak, büyük bir özen göstererek sağlık alanında bir zenginlik inşa edebilir. Bir başka kişi, maddi zenginlik isteyebilir. Parasal kaynaklar içinde kendine bir yaşam kurmayı tercih edebilir.  Başka bir insan zaman zengini olabilir. O kadar çok zamanı vardır ki, zamanını bolca ve zenginlik içinde kullanabilir. Bir başkasının akraba zenginliği olabilir; o kadar çok ailesi, çevresi, bağı vardır ki... Kimisi arkadaş zenginliğiyle çevrilidir. Başka bir kişi bilgi zengini olabilir; o kadar çok bilgi biriktirmiştir ki, bu bilgileri kütüphanelerde ya da zihninde birer hazine gibi saklayabilir veya aktif bir şekilde kullanabilir. Bir başkası maneviyat veya ruhsal alanlarda zengin olabilir. Duygu zengini olabilir. Diyeceksiniz ki, “Peki ben bunların hepsini bir arada istiyorum.” Bu da mümkün. Aslında her birimiz hem ifadelerimizle hem de bulunduğumuz titreşim veya enerji seviyesiyle, bazı zenginlikleri hayatımıza davet etmiş, bazı yokluk ya da kıtlık sistemlerini de beraberimizde taşıyor olabiliriz. Yani bir kişi çok iş isteyip, iş konusunda zenginleşirken, zaman fakiri haline gelebilir. Bu zenginliğin artmasıyla birlikte, belki sağlığında da bir miktar azalmalar, fakirleşmeler olabilir. Veya bir kişi zihnini, aklını, bilgisini çok fazla geliştirirken, sosyal hayatını, ailesini, çevresini fakirleştirebilir. Yani biz, nerede aşırıya gidiyorsak, diğer alanlarda belki biraz kıtlıklar oluşturabiliriz. Bu alanların her birinin birer seçim kodu vardır. Beslenmelerde “Kaderin Kodu” kitabında yaptığımız bazı yorumlarda bunları okumuş olabilirsiniz. Örneğin, sürekli hamur işiyle beslenenlerde bir yokluk kodu vardır ve daha fazla hamur işi yiyerek geçmişe olan minnetlerini, borçlanmalarını ve bağımlılıklarını belki de ayakta tutuyor olabilirler. Bu alanda kendilerini kökleyebilirler. Yani orada, aslında bir yemek seçimiyle bile bir seçim yapılabilmektedir. Bir kaderin ve hayatın seçimi yapılabilmektedir. Birçok kişi maddi kaynakları çok istiyormuş gibi yaparak, aslında o çokluğu kendisinden uzaklaştırmakta, itmektedir. Böylece o zenginliğin mahrumiyetini kendisi için yaratabilmektedir. Bu nasıl olur? Mesela, almayı azaltarak, almayı bırakarak; parayı, maddeyi kirli görerek... Bir kişi sağlık zenginliğini de şöyle bırakabilir: “Beden çok değersiz, çok önemsiz, çok kolay harcanabilir bir şey” diyerek bu zenginliği yok edebilir. Şöyle düşünelim: Biz bu hayata gelirken aslında her birimizin çok büyük bir zenginliği vardır. Sağlık, yaşam, zihin, akıl, beceriler... Getirdiğimiz kaynaklar olarak. Bu zenginliği bir taraftan kullanırken, hayat içerisinde de zenginliğimize zenginlik katabiliriz. Kimimiz, herhangi bir alanda bunu bir gecede yok edebilir veya tam tersi, bu zenginliği arttırarak hayatını sürdürebilir. Evet, zenginlik güzel bir şeydir. Sahip çıktığımız sürece. Ama sahiplenip bağımlılık oluşturduğumuz anda, zenginliğin hangi alanda olursa olsun elimizden kayması bizi üzebilir. Sanki bir bağımlılık elimizden alınıyormuş gibi acı verebilir. Bu yüzden hem bırakabilmek hem de zenginliğe sahip çıkabilmek çok önemlidir. Eğer hayat içerisinde zenginlikleri kendimize çekmek istiyorsak, o zaman o zenginliğin titreşimini kendi bedenimizde, duygularımızda ve zihnimizde oluşturmamız gerekir. Yani eğer o titreşim bizde varsa, hayat içerisinde de o alanın titreşimiyle buluşuruz. Örneğin; sağlıkla ilgili bir zenginliği istiyorsak, önce gerçekten sağlıklı olmayı isteyerek, sağlıklı hücrelerin frekansını içimizde hissetmeli; duygularımızı buna göre yönlendirmeli ve sağlıkla ilgili kelimeleri, ifadeleri doğru şekilde kullanmalıyız. Çünkü bizden çıkacak olan her şey, bizden çıkıp hayat aynasına yansıyarak tekrar kader olarak bize dönecektir. Zenginliğimizi biz seçeriz ve biz yaratırız. Ve tam da ihtiyacımız kadar, ihtiyacımız olduğu kadarını hayatımıza şu ana kadar çektik. Şimdi dönüp bir bakalım: Hangi alanda zenginiz, hangi alanda zenginlikleri hayatımıza almıyoruz? Eğer istersek, bu alışagelmiş olan kodları kırarak dönüşüm yapabiliriz. Bunun için bizim istememiz, karar vermemiz ve kendimize hedefler koymamız gerekir. Sevgi ve saygılarımızla.  Görüşmek dileğiyle.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56721/zenginligin-kadersel-kodlari-hayatina-zenginligi-cagir
Kendini Tanı, Âlemi Anla: Parçada Saklı Bütünün Bilgisi ve Gücü

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kendini Tanı, Âlemi Anla: Parçada Saklı Bütünün Bilgisi ve Gücü

on Ağu 10 2025
  Bir insanda olan özellikler, tüm kâinatta da birebir olarak mevcuttur. Nasıl ki 1’den 2’ye, 2’den 4’e diye diye 30 trilyon tane hücre oluştu; kâinatın oluşumunda da aslında en küçük zerrede olanla bütünde olanın bir bağı ve ilişkisi vardır. Eskiler, “İlim bir noktaydı. Cahiller bunu çoğalttı.” derler. Evet, o bir noktanın içerisinde kâinatın tüm ilmi ve bilgisi her zaman vardır. Bizler birer birey olarak, bir Âdemoğlu olarak kendimizi tanıyıp bildiğimizde, kendimizle ilgili keşifler yaptığımızda, farkındalıklarımızı artırdığımızda, tüm âlemle ve kâinatla ilgili bilgimizi geliştirip artırabiliriz. Bizde olan her bir uzuv, her bir nokta, her bir atom, her bir hücre, kâinatın başka bir hâlinin bizdeki temsilcisidir ve bizler kendimizi keşfettikçe aslında hem kendimizi fark ederiz hem de bu fark edişin içerisinde kâinatla ve âlemle ilgili bilgimizi artırırız. Nasıl ki bir saç telinden, küçücük bir hücreden, bir parçadan ne yediğimiz, ne içtiğimiz, örneğin herhangi bir uyuşturucu kullanılıp kullanılmadığı tespit edilebiliyor; tüm DNA sistemlerimiz okunabiliyor. Bir parçanın içerisinde bütünün var olduğunun ispatı da birçok yerde vardır. Bir gözümüzden, avuç içimizden, ayaklarımızdan, kullandığımız eşyalardan, kıyafetlerimizden, ayakkabılarımızdan, renk seçimlerimize kadar aslında her bir şey bize bizi anlatır. Kullandığımız kelimeler, ifadeler, yürüyüş şeklimiz, gülüşümüz; bizimle, kaderimizle, geçmişimizle ve geleceğimizle ilgili bilginin anahtarını verir. Kendimizle, tek bir zerremizle ilgili dahi bir bilgi sahibi olduğumuzda, bunun bütündeki yerini bağlayabilme idrâkine adım attığımız anda bütünü ve parçayı buluşturmuş oluruz. Çünkü bir, çoğun içinde; o çokluk da bir’in içinde daima vardır. Hayat içerisinde yaşadığımız bir gün, tüm günler gibidir. Yani bir günümüzde tüm hayatımızın, tüm hayatımızın içerisinde ise tüm hayatların bilgisi gizli ve saklıdır. O bir günün içerisinde, bir saatimizin, bir dakikamızın, bir saniyemizin, hatta bir anımızın içerisinde tüm anların bilgisi mevcuttur. Eğer bir an içerisinde bir fark ediş, bir uyanış yaşarsak, bu birçok yere yansır. An içinde uyanmak ve fark etmek dileği ile. Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56720/kendini-tani-alemi-anla-parcada-sakli-butunun-bilgisi-ve-gucu
Zamanın Ruhsal Anatomisi: Geçmiş, Şimdi, Gelecek ve An Kapısı

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Zamanın Ruhsal Anatomisi: Geçmiş, Şimdi, Gelecek ve An Kapısı

on Ağu 10 2025
  Birini beklerken zaman hiç geçmiyormuş gibi, bir yere yetişmeye çalıştığınızda zorlanıyormuş gibi hissetmiş olabilirsiniz, ki zaman için rölatif olduğu, tamamen sanal olduğu söylenmektedir. Peki bizler zamanı nasıl yaşarız? Zaman duygumuz dışarıya mı, yoksa öncelikle kendimize ve duygularımıza mı bağlıdır? Bir yandan dış dünyanın Güneş’e, Dünya’ya ve saatlere göre işleyen bir zamanı vardır, bir yandan da duygusal zamanımız vardır ki bu, çok daha farklı şekilde işlemektedir. Bunlarla beraber bir de geçmişle geleceğin ötesinde, farkındalık ve idrâkle oluşan bir zaman dilimi var. Zamanı genellikle üçe ayırırız: geçmiş, gelecek ve şimdi. Aslında bunların bir de dördüncüsü, şimdinin içinde olan bir kapı vardır ki bunun adı, “an”dır. Bazen zaman öyle hızlanır ki bir atomun içinde bir elektron, bizim “bir saniye” dediğimiz aralıkta 4,6 milyar kez döner. Yani bizim için bir saniye olan sürede orada 4,6 milyar yıl geçer. Eğer orada bir uygarlık, bir yaşam olmuş olsaydı, biz onlar için çok yüce ve farklı bir zamana sahip varlıklar olurduk ve düşünelim ki daha büyük sistemlerden dünyamıza bakan ve bir saniyede 4,6 milyar yıl geçen başka sistemler de vardır. Aşağıya doğru küçülen ve yukarıya doğru büyüyen bir sistemin neresinde  olduğumuzu bilemiyoruz. Zaman görecelidir; başı ile sonu olan ve hızlı geçebilen bir süreçtir. “Ömür” dediğimiz şey ise ‘bir nefes alıp vermek gibi’ oldukça kısadır. Peki, uzun olan, bunun içerisindeki sonsuz olan nedir? Zamanın içindeki an kapısından girebilenler için sonsuz bir hâl başlar. O anın içinde geçen bir saniyede, kısacık zamanın içerisinde öyle hâller, durumlar ve farkındalıklar yaşanabilir ki orada yaşanan süre ile buradaki süre kıyas dahi edilemez. Bizlerin kendi varlığımızın içerisinde, kendimize doğru bir yolculuğa çıkmamız, kendimizle buluşmak için bir niyetle adım atmamız bunun için de hayatın ritmini yakalamamız önemlidir. Hayatın ritmini yakalayanlar için, Tanrı’nın nefesini duyarak “burada” olmak vardır.  Kimileri bir sonraki zaman için, bir sonraya yetişebilmek için bazen “burada olma”yı kaçırabilir. Burada olmayı kaçıranlar için yaşam ötelenir ve zaman onlardan kaçar; bu yüzden zaman onlar için çok kısa gelir. Oysa “burada” olan için buluşma vardır. Bu sebeple “Yarat-an” demek, aslında “an” demektir. Anın içinde özüyle buluşan için zamanın ötesinde farklı bir farkındalık başlar ve bu hâle ak-an olarak akılır, ki biz buna “akışta olmak” deriz.  Akışta, yaşamın içerisinde güzelliklerle buluşan olalım.   Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56719/zamanin-ruhsal-anatomisi-gecmis-simdi-gelecek-ve-an-kapisi
Sembollerle Konuşan Ruh: Rüyalar Bize Ne Söylüyor?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Sembollerle Konuşan Ruh: Rüyalar Bize Ne Söylüyor?

on Ağu 09 2025
  Gördüğümüz rüyalar bizden yansıyarak bizi anlatan, bizi sembolize eden, hatta potansiyelimizi ifade eden şeylerdir. Peki rüya nedir? Nasıl gerçekleşir? Rüya; yeryüzünde yaşadığımız hâllerin, durumların, ifadelerin ve olayların özünün, kâinatın diliyle ve sembolik bir anlatımla ruhumuza, özümüze raporlanmasıdır. Yani bir anlamda rüya, bizim bir yorumumuz, hayatımızın bir yorumudur ve rüyayı yorumlamak, aslında hayatımızın yorumunu bir kez daha yorumlamak demektir. Üstelik bu, sembolik bir dil ile yapılır. Bir rüyanın nasıl meydana geldiğine bir bakalım: Diyelim ki hayat içerisinde pazara gittik. Çeşitli sebzeler toplarız: havuç, pırasa, fasulye vs. alırız. Akşam eve geldiğimizde ise doğal olarak pazardan aldığımız sebzelerle yemek yaparız ancak bu yemeğin içerisine kendi elimizin tadını, baharatlarımızı veya pişirme şeklimizi katarız. Rüya da bunun gibidir. Hayat içerisinde tıpkı sebze gibi çeşitli ifadeler, duygular ve olaylar toplarız, uyuduğumuz ise o anın tesiri ve hâline göre bir yemek yapılır. Böylelikle malzeme pırasa iken aktarılacak olan enerji ve anlam bambaşka olabilir. Her yerde fasulye yenebilir ama Ayşe Kadın fasulyesi başkadır, bir anne fasulyesi farklıdır. Bu durum bize şunu gösterir ki ruhumuza ve varlığımıza aktardığımız bu sembolik dil ve olaylar ile kendimizi tanımlayabilir, hatta rehberlik alabiliriz. Hiçbir rüya boşuna görülmez ve rüya içinde "saçma sapan" diye nitelenebilecek hiçbir şey yoktur. Her bir sembol, bizden yansıyan bir hâlin, kâinat nizamındaki bir harfidir, bu harfi okumayı bilmeyenlere görülenler saçma gelebilir. Bir bebeği düşünelim. Ona çok güzel, değerli bir kitap gösterdiğinizde sadece rengine odaklanıp onu algılayabilir. Kitap onun için kırmızıdır ve kırmızı onun için çok güzeldir. O bebek biraz büyüdüğünde harfleri tanımaya başlar. Okuma çağına geldiğinde ise A’yı, B’yi öğrenmiştir. Bununla beraber her “A” demek; “anne” demek değil, “Allah” demek değildir. Bu durum, rüyalar için de böyledir. Bazı rüya yorumcuları şöyle der: "Rüyada köpek gördüysen bu şu anlama gelir..." Oysa köpek sadece bir harftir ve bu harfin anlamı sabit değildir. Neden görüldü? Rengi neydi? Ne yapıyordu? Boyu, şekli nasıldı? Size ne hissettirdi? Diğer sembollerle ilişkisi neydi? Tüm bu bağlantıları kurmadan rüyayı yorumlamak eksik olur. Evet, rüya bir yorumdur; bununla beraber rüyayı yorumlayabilmek de ayrı bir sanattır. Kâinatın sembolik dilini ne kadar iyi öğrenirsek o kadar iyi anlayabiliriz. Mesela rüyanızda yatay bir enerji, yerde yatan birisi, bir kedi, dişi bir karakter ya da küçük bir kız çocuğu görüyorsanız bunlar genellikle rahim enerjisini ve geçmişi temsil eder. Tüm yatay ve durağan semboller geçmişle bağlantılıdır. Kıpır kıpır bir oğlan çocuğu veya eril bir enerji görüyorsanız bu genellikle babayla, ruhsallığınızla ya da gelecekle ilgili bir mesaj taşır. Her görülen rengin aktardığı bir şey vardır. Örneğin; kırmızı, çoğu zaman dünya, toprak ve yeryüzüyle ilişkilidir. Aynı zamanda birinci enerji merkezimiz, yani kök çakrayla bağlantılıdır. Bu, köklenmeniz gerektiğini ya da köklerinizin sağlam olduğunu gösterir. Rüyanızda bir apartman görüyorsunuz diyelim. Bu apartmanda bulunduğunuz kat önemlidir. İkinci katta bir olay yaşadıysanız, ikinci enerji merkezinize yani su elementiyle, bedeninizle ilgili bir konuya işaret ediyor olabilir. Bu durum aynı zamanda turuncu renk ile de bağlantılı olabilir. Bazen haberci rüyalar görürüz. Bu rüyalar aracılığı ile gelecekle ilgili bir mesaj ya da ruhsal rehberlerimiz tarafından uyarı alıyor olabiliriz. Bu sebeple rüyaları dikkatle dinlemek ve not etmek oldukça önemlidir. Şunu tavsiye edebiliriz ki bir Rüya Defteri edinin ve gördüğünüz rüyaları bir kelime, bir cümle dahi olsa not edin. Kısa bir zaman içerisinde buralarla ilgili bir hatırlama, bir barış başlayabilir. Kimileri “Ben hiç rüya hatırlamıyorum.” diyebilir. Bu durumda onlara şunu söyleyebiliriz: “Ruhunuzla bağlantınızı bir miktar azaltmışsınız yani özünüzden gelen mesajları birazcık duymazdan geliyorsunuz ve gerçekten duymaya ve dinlemeye başladığınızda rüya kapısı açılacaktır.” Rüya kapısı, çok önemli rehberlik alanlarımızdan biridir. Bazen rüyada bir sembol verilir, bazen bir eğitim, bir ruhsal rehberlik alırız ki, bu rehberlikler hayat içindeki gelişimimizi, tekâmülümüzü ve ilerlememizi kolaylaştırır. Bazı özel eğitimler vardır ki isteyenler rüya içerisinde farkındalığını artırabilirler. Tıpkı hayat rüyasındaki uyanışlar gibi, ruhsal rüya içinde de rüyanın kendinden yansıyarak yaratıldığını fark ederek uyanma çalışmaları yapabilirler. Bir kişinin rüya içinde uyanması, rüyada olduğunu fark etmesi; aydınlanma yolundaki ilk basamaklardan birini geçtiğini gösterir. Bu aydınlanma ile beraber rüyasındaki olayları değiştirme, dönüştürme yetkisi kazanmaya başlar. Rüyasında bu yetkiyi kazanan kimse, hayat içerisinde de bunu yapabilmenin yollarını öğrenmeye başlar. Rüyada seyrettirilenle –yani malzemesi tamamen bize ait olan bir kâinatı yaşamakla– hayat rüyasındaki yaşam arasında pek de bir fark yoktur. Rüyada olduğumuzu fark ettiğimiz anda, gerçek yaşamın da aynı yumuşaklık ve esneklik içinde olduğunu anlayabiliriz. Bu farkındalık, bizi hayat rüyalarından, olay rüyalarından, ifade rüyalarından ve ruhsal rüyalardan uyanışa kadar götürür. Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56718/sembollerle-konusan-ruh-ruyalar-bize-ne-soyluyor
Gizli Hazineni Keşfet: Yeteneklerinin Gücünü Hayatına Taşı

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Gizli Hazineni Keşfet: Yeteneklerinin Gücünü Hayatına Taşı

on Ağu 09 2025
  Hayattaki hazinelerimiz, yeteneklerimizde gizlidir ve bizler yeteneklerimizi fark ettikçe, sonsuz hazinelerimizle buluşabiliriz. Peki bunlar nelerdir ve nasıl oluşur? Hayatımıza baktığımızda geçmişte kendimizi en zayıf, en aciz hissettiğimiz alanlar, bugün gücümüz, kuvvetimiz ve kendimizi en çok yetiştirdiğimiz alanlar olmuş olabilir. Kendimizi zayıf hissettiğimiz alanlara yöneldiğimizde, odaklandığımızda; o alanın gücünü hayatımıza taşırız. Aslında hangi alanı istersek o alanı güçlendirebiliriz, her birinin potansiyeli bizde mevcuttur ama genellikle kendimizi nerede zayıf hissediyorsak oraya bakar, oraya odaklanırız. Odağımızı oraya verdiğimiz için ise Hazinemizi oradan hayatımıza aktarırız. Birçoğumuz istediğimiz alanı yetenek olarak kullanabilme gücüne sahibizdir; bununla beraber zayıf hissettiğimiz alanları güçlendirme konusunda yetenekliyizdir. Bazen bir jimnastikçiyi seyrederiz. Hareketindeki estetiklik, taklaların güzelliği... “Ah!” deriz, bunu ben de yapmak istiyorum. Evet, emek verirsek yapabiliriz. Hayat emek ister.. Oraya emek vermeden, odağımızı vermeden, isteğimizi, talebimizi hayata sunmadan hayatın bize bunları sunmasını beklemek doğru değildir. Neye emek verip hangi alana enerjimizi odaklarsak o alandan verim alabileceğimiz bir sistemimiz olur. Bu sebeple kadersel planlarımıza, gelecekte hangi güce ihtiyaç duyuyorsak o alanla ilgili bir zayıflık koyarız. Şimdi yeniden bir bakalım. Bugün gücümüz ne? Güçlerimiz ne? Yeteneğimiz ne? Yeteneklerine yeniden bakalım. Bu yetenekleri hayat içerisinde nerede değerlendirmek istiyoruz? Nerede kullanmak istiyoruz? Bu yetenekleri kullanmada kendimizi eksik hissettiğimiz alanlar, engeller varsa onları görelim ve kaldıralım. Hedefimizle buluşmada, hedefimize yönelmede bunlardan nasıl faydalanabiliriz? Bu yetenekler bize gerçekten nasıl tat verebilir? Diyelim ki yeteneğimizi bir konuyu başarmada kullanacağız. Bu başarı bizi gerçekten mutlu eder mi ve bizler mutlu etmesini istiyor muyuz yoksa korkular, endişeler mi orada yetenekleri kullanarak engel olmaktadır? Bunları fark ettikçe, elememizi yaptıkça hem yeteneklerimiz; hazinelerin olarak hayatımıza değer katacak hem de bu değerler bizi mutlu edecek ve bizler mutlu oldukça hayat içerisinde dünyalarımızı da dünya ötesinde cennete çevirmek üzere yeteneklerimizi özgürce kullanabileceğiz. Gelin, yeteneklerimizi, hazinelerimizi fark edelim! Bunları görebilmek için gözlerimizi açalım. Her birimizde bunlar var. İş, sadece odaklanmamızda, açığa çıkartmamızda ve izin vererek özgür bırakmamızdadır. Özgürleşelim. Sevgilerimle...   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56717/gizli-hazineni-kesfet-yeteneklerinin-gucunu-hayatina-tasi
Su Gibi Olmak: Esneklikle Gelen Dönüşüm

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Su Gibi Olmak: Esneklikle Gelen Dönüşüm

on Ağu 09 2025
  Dönüşemeyen değişir, esneyemeyen kırılır. Dünyanın geldiği mevcut durumda her birimiz dönüşümün içine çekilmekteyiz ve dönüşme ihtiyacındayız. Yaşanılan  doğal afetler, savaşlar, sarsıcı olaylar ve ani şoklar; bunların her biri, bizim dönüşümümüze destek olmak için yardımcı olarak  hayatımıza dahil olurlar; bizi ilerletmek üzere harekete geçirirler. Basit bir imajinasyon yapalım: Diyelim ki bir denize girdiniz. Suyun içerisindesiniz ve her şey yumuşacık. Suya dokunduğunuzda, dünyanın en yumuşak, en esnek maddesi, sizin istediğiniz gibi esniyor ve istediğiniz gibi şekil alıyor. Şimdi suya yeniden yaklaşık bir metrelik mesafeden atladığınızı düşünelim. Suyun yüzeyi hâlâ yumuşaktır, ancak temas anında suyun içerisinde minik bir sertleşme meydana gelebilir, sanki buluştuğunuz su, biraz önce dokunduğunuzdan biraz daha sertleşmiştir. Şimdi suya bir daha atladığınızı düşünelim ve bu seferki, birkaç metre yükseklikten olsun; diyelim ki 3 metrelik bir mesafe… Bu sefer atlayış sırasında vücudunuz hafif bir şekilde sağa sola eğilebilir ve pişmeler, kızarmalar meydana gelmeye başlayabilir.  Su biraz öncekiyle aynı su olmasına, aynı yumuşaklıkta olmasına rağmen sizin onunla olan mesafeniz, suyu size farklı hissettirmeye başlamıştır.  Tıpkı su örneğindeki gibi, Allah’ın eli de O’nunla beraber olana yumuşacık gelirken O’na mesafe koyanlar için ise çok sert ve kıracakmış gibi hissettirebilir. Peki bizler nasıl esneyip nasıl dönüşelim? Öncelikle geçmişin üzerinizdeki çeşitli baskılarından, korkularından, üzerinize sinmiş olan enerjilerinden özgürleşmeyi ve geleceğin endişelerini bırakarak, bugünün, hayatın sizin için gerçekten güvenilir bir yer olduğuna, korunmada olduğunuza, bu tekâmül ortamının sizin için en hayırlısı olduğuna inanarak ilerlemeyi seçtiğiniz an, ilk adım atılmış olur. Hayatın içerisinde size sunulan bilgileri, ilişkileri, kişileri, yaşadıklarınızı kucaklayarak onlarla buluştuğunuzda o su, içerisindeki yumuşacık dokunuşlarınız gibi sizi kucaklar. Korkup endişelenerek negatif olay ve imajinasyonlarla araya mesafeler koyduğunuzda ise atladığınız su size bu sefer sert gelebilir. Değişmez zannettiğiniz düşünce kalıplarınız, inançlarınız, bildikleriniz, geçmişte sizi tutup katılaştırmış olan şeyler için ‘bunlar başka şekillerde de  olabilir’ diyerek, yeniye doğru adım atıp yürüyebildiğinizde esneme başlayacaktır. Bu yaşamda her şey sadece bizim bildiğimiz gibi değildir, Sonsuz kere sonsuz seçenek vardır ve bizler hayatımızda, yaşanmışlıklarımızı, kendi ezber ve tecrübelerimizi bırakarak esnemeyi, yeniyi almayı kabule geçtiğimizde hayat içerisinde akışa geçer, su gibi akmaya başlarız. Su aynı su, hayat aynı hayattır ve her birimize aynı mesafede ve aynı kucaklamadadır. Gelin, hayat ile, su ile, ilahi sistem ile kucaklaşarak, kucaklanarak emin bir şekilde iman içerisinde, teslimiyet içerisinde buluşalım. Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56716/su-gibi-olmak-esneklikle-gelen-donusum
İnandığın Şey Hayatını Yaratır: Gerçekliği Dönüştürmek Mümkün mü?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

İnandığın Şey Hayatını Yaratır: Gerçekliği Dönüştürmek Mümkün mü?

on Ağu 09 2025
  Hayatta neye inanıyorsanız, gerçekliğinizi de ona göre şekillendirirsiniz. Bugüne kadar size yüklenen her anlayış, fikir, seyir ve model; yani size yüklenmiş olan programlarını, yaşadıklarınızı ve yaşayacaklarınızı belirler.   Örneğin; Brezilya’da çok küçük yaşta bir çocuğun bacağı bir timsah tarafından koparılır. Zamanla o bacak yavaş yavaş uzamaya başlar ve sonunda normal bir bacak hâline gelir. Çünkü o çocuğun seyrettiği doğanın içerisinde kertenkelelerin kopan kuyrukları uzamaktadır ve çocuk bunu görür, buna inanır, dolayısıyla da inandığını gerçekleştirir. Kendimize baktığımızda bizler hayatımızda nelere inanmışızdır? Seyrettiklerimize, öğrendiklerimize, bize empoze edilenlere, inandırılanlara, alıp da kabul ettiklerimize... Peki tüm bu alıp kabul ettiklerimizi, inandırıldıklarımızı, tüm bu inanç kalıplarını alıp bir kenara koyabilme gücümüz olsa ve hayata yeniden bakıp her şeyi sıfırdan bir daha inşa ederek adım atıyor olsak acaba hayatlarımız nasıl olurdu? Hayatla hatta ölüm ötesi ilgili her birimizin çeşitli inançları vardır ve bizler bu inançları beden ötesine de taşımaktayızdır. Kafasının içerisinde bir cehennem, bir ateş, bir lav olan bir kimsenin beden ötesinde yaşayacağı da bu olur. Bununla beraber bir Eskimo için bu durum kendine göre şekillenirken başka bir ülkede yaşayan bir kimse için taşıyacağı şey de korktuğu ya da kaçındığı şey olarak değişkenlik gösterebilir. Hayatınıza şimdiye kadar çektiğiniz korkular, aslında sizin şimdiye kadarki inanç kalıplarınızdı. Bu kalıplar, tıpkı kendi kendini tekrar eden bir yazılım, bir hayat programı gibi, insanın karşısına çıkabilmektedir. Örneğin fakir bir ailede, ekonomik zorluklar içerisinde büyüyen bir kişi, bu döngüyü kıramadığı sürece yaşamı boyunca aynı yokluk hissini tekrar edebilir. Hatta büyük bir para kazansa, kendisine bir milli piyango çıkmış olsa dahi, kendi anne ve babasından gördüğü hayatı, kaderi veya durumu tekrar edebilmektedir. Aynı şekilde ekonomik durumu iyi olan bir aileden gelmiş bir kimse de hayatına daha iyi devam edebilmektedir. Bu, genel olan bakış açısıdır. Öte yandan bolluk içinde olan bir kişi, bulunduğu aile içerisinde kendisini duygusal, zihinsel ruhsal ya da farklı bir alanda iflas ettirmiş ise ekonomide de bunun tekrarını deneyimleyebilir ve bu durum, onun ekonomik döngüsünü de etkileyebilir ya da zor şartlardan gelen bir birey bu döngüyü farkındalık ile kırmayı başarabilir. Bizler bu döngüyü kıran kişileri bilim insanları, topluma fayda sağlayan öncüler olarak görebilmekteyiz. Çünkü onlar mevcut inanç sistemlerini görenler, fark etmiş ve onu dönüştürmeyi seçenlerdir. İnanç sistemlerini kırmak mümkündür. Gerçek şifa, mevcut inancını görüp, okuyup bunun üzerine çıkabilmeye iman edebilmektir. Bu hak, her birimize verilmiş, bu yetki her birimizde mevcuttur. Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56715/inandigin-sey-hayatini-yaratir-gercekligi-donusturmek-mumkun-mu
Bahar Detoksu: Vücudunuzu Toksinlerden Arındırma Yolları

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Bahar Detoksu: Vücudunuzu Toksinlerden Arındırma Yolları

on Ağu 09 2025
  Bedeni arındırma sistemleri, binlerce yıldan beridir insanoğlunun kullandığı yöntemlerden olmuştur ve aslında her devirde, bir bahar temizliği gibi, özellikle ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde beden temizliği yapılmıştır. Detoks; bedenimizde, duygularımızda, zihnimizde, ve ruhsal yapımızda biriken çeşitli zararlı toksinlerin temizlenmesi ve arındırılması işlemidir.   Bedenden örnek verecek olursak özellikle karaciğerin yağlanması, safra kesesinde taş ve çamurların birikmesi, midede asit miktarının artması, bağırsakta çeşitli atıkların birikmesi, atılamayan taş oluşumlarının böbrek ve çeşitli organlarda meydana gelmesi ve ölü hücrelerin vücuttan atılamaması durumunda vücut kirlenebilir. Bu kirliliğin kişiyi götürdüğü sürecin adı ise kuruma ve ihtiyarlamadır. Kimileri botokslar, cilt gençleştirmeleri, vb. suni yol ve yöntemlerle bedeni gençleştirme ve daha taze gösterme teknikleri ile çeşitli dışsal çözümler bulurken; kimileri ise belli bir zaman içerisindeki oruçlarla bedeni temizleme yollarına gidebilmektedir. Bedenin kirlenme sebeplerinin birincisi; bedenin gerçek besini ve gıdayı alamayarak hücrelerin yavaş yavaş enerji eksikliği yaşaması, çeşitli rahatsızlıklara ve kirlenmelere maruz kalmasıdır. Yenilen gıdalar; içlerindeki çeşitli emülgatörler, kullanılan kimyasallar, çeşitli tarımsal ilaçlar, bazı rafine etme yöntemleri ve içlerindeki faydalı element ve minerallerin -iz elementlerin- azalıp, bunların yapay ve suni gıdalar hâline dönüşmesi bu durumda etkilidir. Oysa beslenme doğru şekilde yapıldığında, farkındalıkla kirletme işleminden uzaklaşıldığında, -çünkü en iyi temizlik kirletmemektir- beden, çeşitli yol ve metotlarla temizlenip, arındırılıp taptaze bir hâle getirilerek biriken toksinlerden arındırıldığında yeni bir yapıya geçilebilir. Eskiler, yaşlı kadın derken aslında “genç kadın” yani bedenin içerisinde yaş ve su olan kişi için gençlik var demişlerdiler. Bir kişi ihtiyarladıysa kuruduğunu ve bedeninde suyun azaldığını söylüyordur; yani ölü hücreler, vücuttan atılamayan toksinler o kadar artıyordur ki vücutta bir kuruma ve su azlığı başlıyordur.  Bebekken vücudumuzdaki su miktarı %85 civarındadır. İhtiyarlamaya doğru ise kurumanın etkisiyle bu miktar %60'lara 50'lere kadar gerileyebilir çünkü vücuttaki toksin miktarı arttıkça su miktarı azalır. Yıllık ya da belli periyotlarla yapılan temizlemelerle beden toksinlerden arındıkça bedendeki kaliteli su miktarı artar fakat bunu yapabilmek için ‘kişinin bir travmadan kalan bir sorunu, zihninde aşamadığı herhangi bir kalıbı, bir düşüncesi veya bir problemi, bir bağımlılığı, geçmişle veya gelecekle ilgili bir endişe veya korkusu var mı’ diyerek bunların  fark edilmesi ve temizlenmesiyle birlikte beden de eğer temizlenebiliyorsa; beden ile ruhsal yapı aynı anda bir detoks işlemine tabi tutuluyorsa arınma gerçekten en sağlıklı ve en iyi şekilde gerçekleşmiş olacaktır.  Öncelik, kirletmemek yani doğru bir beslenme sistemidir: Kimin neye alerjisi var; hangi besinler iyi geliyor, hangileri iyi gelmiyor; hangi mevsimde hangi renkli gıdaları yemek doğru; çocukları hangi besinlerle beslemek doğru bunlar önemlidir. Yumurta iyidir, ekmek kötüdür,  şu şöyledir, bu böyledir gibi hiçbir şey için tek başına iyidir-kötüdür demek doğru olmayabilir. Yumurta kime iyi gelir ya da o yumurta çiftlik yumurtası veya gezen tavuk yumurtası mıdır, doğal mıdır, tavuk neyle beslenmiştir? bu şekilde baktığımızda durumun içinde bir sürü incelik olduğunu görürüz.  Farkındalığımız geliştikçe doğru gıdaları bulup, kendimiz için emek verip, kendimizi kirletmekten arındırabilir ve temizleyecek olan sistemlere geçebiliriz.  Detokslarla ilgili yol, yöntem ve metotların en önemlisi, önce niyet etmek ve temizlenmeye karar vermektir. Bedenimizde temizlenmenin, o zehirli atıkları atmanın tadını  bir kere aldığımızda bunu öncelikle tekrarlar duruma geçeriz. Devamındaki süreçte ise benim için faydalı ve doğru gıda hangisi, benim için doğru düşünce, doğru farkındalık hangisi diyerek kendimize özen göstermeye başlarız ve bu şekilde seçiciliğimiz artar.  Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56714/bahar-detoksu-vucudunuzu-toksinlerden-arindirma-yollari
Yerin ve Göğün Kökleri: Tepe ve Kök Çakra Dengesi ile Ruhsal Uyanış

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Yerin ve Göğün Kökleri: Tepe ve Kök Çakra Dengesi ile Ruhsal Uyanış

on Ağu 09 2025
  Şimdiye kadar çakralarla ilgili duyduğun her şeyi unutalım... Bedenimizin derinliklerinde, keşfedilmeyi bekleyen bir enerji ağı var. Bu ağın düğüm noktaları, çakralardır. Her bir çakra, duygularımızla, düşüncelerimizle, karakterimizle, davranışlarımızla ve sağlığımızla ilgili ipuçları verir. Enerji alanlarının enstrümanlarını doğru kullanmayı başaranlar, hayatlarındaki dönüşümü hayretle ve hayranlıkla izleyeceklerdir. Nasıl ki kök çakramız vasıtasıyla toprakla bağ kurup kökleniyorsak, benzer şekilde tepe çakramızla da göğe yolladığımız dallarımız vasıtasıyla gökyüzüne kökleniriz ve yıldızlarla bağ kurarız. Tepe çakramızın gücünü kök çakra, kök çakramızın gücünü tepe çakra belirler. Diğer bir deyişle yeri bilen göğü, göğü bilen yeri bilir. Bu sebeple tepeyi açmak ve göğe köklenmek için, kök çakrayı açmak ve geliştirmek için özenli çalışmalar yapmak gerekir. Toprakla barışabildiğin ölçüde gökler tarafından kucaklanırsın. Doğayı sevmediğin halde “Ben doğayı yaratanı seviyorum...” diyemezsin, tam tersini de ifade edemezsin. Kimileri nasıl ki kök çakra realitesinde oyalanır ve kendilerini geri bırakırsa, kimileri de spiritüellikle sürekli başka boyutlara ve âlemlere geçiş yapmaya çalışarak oyalanırlar. Sistem için ikisi de oyalanmadır ve ruhu dolandırmadır. Çünkü her bir çakranın gıdası vardır. Doğru besleyebildiğimizde birbiriyle uyumlu şekilde çalışırlar, hayatın ritmini yakalarlar, biz de böylece âhenk içinde yaşayabiliriz. Kim hangi çakranın enerjilerini reddediyorsa, küçümsüyorsa ya da kabul edemiyorsa tepe çakrada sorunları var demektir. Ruhundan beslenemeyen ette arsızlaşır, bedenini besleyemeyen isyankâr olur. Maddeden beslenemeyen “vermiyor” diye Tanrı’yı suçlar, oysaki alamayan ve almak istemeyen kendisidir. “Bana istediklerimi vermiyor!” diye şikâyet eder, öfkesi isyana dönüşür. Geçmişin ve geleceğin, olmuşun ve olacakların kaynağına (lehvi mahfuz) ulaştığımızı düşünelim. Kimsenin kimseyi kandıramayacağı ve hiçbir bilgiyi gizleyemeyeceği bir dünya hayal edelim. Bu durumda kim kimi nasıl yönetsin? Kısacası bugün bildiğin bütün yönetim anlayışlarının sonu gelir. Dolayısıyla bu konu üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar bilgilendirmeye yönelik değildir, daha çok gizlemeye yöneliktir. Bunu da dünya okulunun bir gereği gibi düşünebiliriz. Allah’ın yarattığı yasalar gereği, hiç kimse hesapsız bir şekilde ya da tesadüfen bir şeyi gizleyip açamaz. Her birimiz liyakatimiz kadar bilgiye ulaşabilir ve kullanabiliriz. Hak ediş; bütün çakraların hakkını vererek ve birbiriyle uyumlandırarak, dengeli şekilde çalıştırarak olur. Her ne kadar bu orkestranın içerisinde bütün enstrümanların (çakralar) kendine özel bir sesi (özellik ve yeteneği) olsa da orkestra şefinin (yedinci çakra) idaresiyle harika müzikler oluşabilir. Çakraların herhangi bir tanesi detone olduğunda hepsi etkilenir. Kâinata yansıyan sesin (davranışların, duygu ve düşüncelerin) senden çıktığı şekliyle kaderin olarak sana yansır. Bu sebeple her birimiz kader tarlamıza ne ekersek onu biçeriz. Enstrümanlarımızı çalan müzisyenler (çakralarımız) ne kadar yetenekli olsalar da orkestra şefi görevini iyi yapamadığında, düzensiz ve uyumsuz sesler kulakları tırmalar. Bu dünyada amacını bilmek ve dönüş yolunu hatırlamak tepe çakranın işidir. Hedefini bilmeyen kişi ne kadar ilerlerse ilerlesin esas amacından uzaklaşır. Tepe çakra açıldıkça neden bu dünyada olduğunu, hangi amaçla nereye gittiğini hatırlarsın.   Sevgilerimle…   Devamı, Ünal Güner’in Yeni kitabı Kozmik Ritim – Âhenk’te.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56713/yerin-ve-gogun-kokleri-tepe-ve-kok-cakra-dengesi-ile-ruhsal-uyanis
Kendi Kendine Şifa Sanatı: Enerji ve Doğal İyileşme Yolları

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kendi Kendine Şifa Sanatı: Enerji ve Doğal İyileşme Yolları

on Ağu 09 2025
  İnsanın kendi kendini şifalandırma gücü var mıdır veya  herhangi bir rahatsızlık ya da hastalıkta kendini iyileştirebilir mi? İnsanın kendini, kendi bedenini iyileştirme gücü vardır. Örneğin, bir yerinizi çarptığınızda ya da vurduğunuzda, ilk yaptığınız şey genellikle elinizi hemen o bölgeye götürmektir. Eğer bu durum bir çocuğunuzun başına geldiyse, bazen o bölgeyi öper ya da elinizle dokunursunuz. Bu içgüdüsel gibi görünen davranışlar, aslında bir şifaya aracılık etmek için yapılır. Bu tür durumlarda çıkarılan bazı sesler vardır. Örneğin, 'Ah' gibi bir ses çıkarmak, aslında şifaya yardımcı olmak için “h” sesinin çıkartılmasıdır. Bu ses, farkında olmadan bir enerji akışını başlatır.  Peki el ile kendi kendini şifalamak nasıl olur? Bedenimizde sağ tarafımız, pozitif; sol tarafımız ise negatif olarak kabul edilir.  Bu iki kutup, aynı anda manyetik olarak da pozitif ve negatif enerji üretirler. Bu enerjiler, bedenimizdeki çeşitli manyetik alanlar; ellerimiz, gözlerimiz, nefesimiz ve ayaklarımızla aktarılabilir. Şayet ellerimizle bu enerjiyi aktarmak istiyorsak öncelikle bu gücü fark edip, çoğaltıp, yükseltebiliriz ve onu çoğaltmalıyız.  Bunun için basit bir egzersiz yapabiliriz: Derin bir nefes alıp kollarınızı yana açarak ellerinizi göğsünüzün tam karşısında, birbirine bakacak şekilde karşılıklı tutun. Bu pozisyon esnasında bırakın enerji ellerinizden birbirine aksın; çekiyor mu, itiyor mu; sıcaklık, serinlik, rüzgâr hissi ya da dalgalanma mı var fark edin. Ellerinizi birbirine dokundurmadan yavaşça birbirine yaklaştırıp uzaklaştırabilir, bu enerjiyi fark ederek çoğaltabilirsiniz, ellerinize bakarak buna yoğunlaşabilir, derinleşebilirsiniz. Bu güç sizde zaten vardır fakat fark ettikçe güçlenir ve çoğalır. Bu doğal enerji, zihnimiz ve düşüncelerimizle aktarılabilecek kadar akışkan ve komut alabilir bir yapıya sahiptir. Köylerde, dedelerin ya da ninelerin sırt sıvazlaması, anneannelerin ağrıyan bir bölgeyi okşaması gibi içgüdüsel hareketler, aslında bu şifa enerjisinin aktarımıdır. Bizler bu enerjiyi kendi kendimize kullanabiliriz. Örneğin, omzunuz ağrıyorsa, ellerinizi omzunuza götürerek enerjiyi oraya yönlendirebilirsiniz. Bunun için bir elinizi ağrıyan bölgeye götürürken diğer elinizin parmaklarını ya tamamen kapalı tutun ya da belli parmakları birleştirin; eğer açık bırakırsanız enerji o bölgeden de akmaya devam edebilir. Kendinize dokunarak bu enerjiyi aktarmayı isteyin ki gerçekten aktığını fark edeceksiniz. Enerji aktarımını başka bir kişi size yaptığında da bunu fark edersiniz. Kimisi bu hisleri yaşadığında, 'Evet bir sıcaklık hissediyorum ama acaba bu doğru mu, gerçek mi?' diye düşünebilir. Bu, bir manyetik şifa enerjisidir ve bizler bunu fark ederek çoğaltabiliriz.  Bizler inandıkça enerji çoğalır, inanca karşı engeller ve dirençler arttıkça ise enerji azalabilir. Şifalar olsun. Sevgilerimle…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56712/kendi-kendine-sifa-sanati-enerji-ve-dogal-iyilesme-yollari
Hayat Simülasyonu: Gerçeklik, Rüya ve Farkındalık Üzerine Derin Bir Bakış

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Hayat Simülasyonu: Gerçeklik, Rüya ve Farkındalık Üzerine Derin Bir Bakış

on Ağu 09 2025
  Hayatı, duygu ve düşüncelerin holografik olarak yansıtıldığı bir ekran, bir holografik sistem ya da bir 'yaşam simülasyonu' olarak hayal edelim ve bu simülasyon yalnızca fiziksel bir yansıma değil, duygu ve düşüncelerin de bütünüyle yansıdığı bir sistem olsun. Bizler bu simülasyonun içinde olduğumuzun farkına nasıl varabiliriz? Uyuduğunu bilmeyen bir kişi, uykudan da uyanamaz.   Bizler gerçekten bu hayatın her şeyinin farkında mıyız, yoksa bir rüyanın ya da bir uykunun içinde mi yaşıyoruz da farkındalığımızla bir 'şuur sıçraması' yaparak uyanabilmek üzere bir durumun mu içindeyiz? Gördüğünüz bir rüyanın içine gelinse ve size 'Şu anda bir rüyanın içindesiniz, gelin bu rüyadan uyanalım.' denilse, 'Hayır, zaten sizi karşımda görüyorum ve her şey zaten gerçek, ben neyin içinde uyanayım?' diyebilirsiniz. Çünkü kişi, uyanık olduğunu zanneder. Oysa her birimiz, aslında kendimizden yansıyarak yaratılan bir rüyanın içindeyiz. Nasıl ki ruhsal rüya dediğimiz o hâlin içerisinde görülen her şey beynin içinde oluşuyorsa – o gün yaşananlar, hissedilenler, görülenler, istekler ve tüm deneyimler bir mesaj niteliğinde özümüze yansıyorsa – bu fiziksel hayat dediğimiz rüya içinde de aynı şey geçerlidir. Bu noktada, tıpkı ruhsal rüyada olduğu gibi, bu hayatın da bir rüya olduğunu fark etmek çok önemlidir. Peki, bu farkındalık nasıl mümkün olabilir? Öncelikle, hayatımızdaki olayların bir 'matematiksel düzen' olduğunu fark etmeliyiz. Çocukluğunuzdan itibaren yaşadığınız olaylara dikkat edin. O olayların benzerlerini, farklı görüntülerle de olsa yaşamaya devam ettiğinizi göreceksiniz. Annenizle yaşadığınız bir durumun, ilerleyen yıllarda farklı 'dişi enerji', madde, dünya, para ya da ekonomiyle benzer şekilde tekrarlandığını fark edebilirsiniz. Ya da babanızla ilgili bir durum, gelecekle ilgili planlarınızda, ruhsal tarafınızda ya da manevi enerjilerinizde benzer şekilde karşınıza çıkabilir. Eğer dikkatle bakarsanız, bu döngüleri görebilirsiniz. Bedeninizdeki organlar dahi bu döngülerin bir parçasıdır. Örneğin, sağ organlarınızda ya da belirli bir elementle ilişkilendirilen bölgelerde, babanızla ilgili konuların tekrarlandığını fark edebilirsiniz. Tıpkı 'Fibonacci dizilimi' gibi, kainatın içinde her şey fraktal bir düzenle tekrar tekrar yenilenir. Bu kodlama, bu sistem, tamamen bir simülasyonun parçasıdır ve bu simülasyon, bizim kendi içimizden yansıyarak oluşur. Diyebiliriz ki; sen öyle mükemmel bir sistemsin ki, hayat dediğin şey senden yansıyor. Hayatın yönetmeni, yapımcısı ve başrol oyuncusu sensin. Diğer her şey ise belki de figüranlardan ibaret. Ancak bu roller, senin ifadelerin, hallerin, duyguların ve düşüncelerinle senden yaratılır ve sen eğer bu sahnenin tamamen kendinden yansıdığını fark edemezsen, çektiğin filmin içinde bir figüran gibi oynamaya devam edersin. Bu filmin yazarı, yönetmeni ve yapımcısının sen olduğunu fark ettiğin anda ise uyanış, farkındalık başlar. O zaman, hangi duygu ve düşünceyle neyi yarattığını, hangi olayları hayatına çektiğini ve bu rüya dediğin hâl içinde nasıl bir gerçeklik oluşturduğunu görebilirsin. Kendi kaynağınız, kendinizden bir hayat yansıtarak bir simülasyon yaratır ve siz kendi merkezinize gelip, bu merkezden hayatınızı izleyebildiğinizde, uyanış başlar.   Dışarısı sizi yönlendirmez, sizin dışarıya verdiğiniz yetkiyle hareket eder. Dışarısı sizi yönlendirmesi siz dışarının sizi yönlendirmesine izin vermiş olursunuz. Rahatsızlık, sorun, hastalık gibi görüp kaçtığınız her şey de aslında mükemmel bir matematikle işleyen simülasyonun bir parçasıdır ve insan dediğimiz bu bedensel yapının ise inanılmaz yetenekleri ve özellikleri vardır. Duygusal zeka, düşüncelerimiz, algılarımız ve bedensel yeteneklerimiz, bu madde dünyasında katman katman hakimiyet kurmamıza olanak tanır. Her birimiz, bu dünyada herhangi bir kişinin yaptığı her şeyi her birimizin yapabilecek yetenek ve gücü vardır. Bazı insanlar bu yeteneklerini geliştirirken, bazıları onları köreltir. Sistem, her birimize aynı enerjiyi, aynı fırsatı ve aynı yetkiyi sunar  fakat bunları kullanıp kullanmama özgürlüğü de bize sunulmuş bir şeydir. Önemli olan nokta şudur ki hayatımızın ve yaşadıklarımızın sebebinin kendimizden kaynaklandığının farkına varmak, uyanmak durumundayız. Bu farkındalığa ulaşamayanlar, hayat çarkının içinde dışarıyı suçlayarak yaşamaya devam edebilirler. Oysa dışarıda gördüğümüz her şey, bizim iç dünyamızın bir yansımasıdır. Dışarıdaki dalgalanmalara korku ve endişeyle katılırsak, bu duygular hayatımıza yansır. Örneğin, 'Ekonomi ne olacak?' ya da 'Ülkenin durumu ne olacak?' gibi kaygıların tam tersine çözüme odaklandığımızda, çıkmazda zannedilen bir durumda dahi çözümün kendimizde olduğunun şuuruyla hareket ettiğimizde, her türlü yaratımı yapacak yetenekte olduğumuzu bildiğimizde kendi hayatımızı dönüştürebilme, ve anbean uyanış basamaklarını çıkabilme yetkisine sahibiz. İsteyen fark eder, uyanma yolunda, uyanış basamaklarında kat kat çıkar. Uyanış, tek bir kapı değil, iç içe idrâk kapılarından oluşmaktadır. Karar verelim, ilerleyelim. Kapıları açalım. Sevgilerimle   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56711/hayat-simulasyonu-gerceklik-ruya-ve-farkindalik-uzerine-derin-bir-bakis
Ekonomik Krizler ve Ruhsal Farkındalık: Bolluk ve Bereketin Gizli Mesajları

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Ekonomik Krizler ve Ruhsal Farkındalık: Bolluk ve Bereketin Gizli Mesajları

on Ağu 09 2025
  Hayatınızda para yönetimi ve ekonomik krizler ile ilgili iniş çıkışlar yaşamış olabilirsiniz. Bazı dönemlerde bolluk ve bereket içinde olurken, bazen de tüm kısmetlerin kapandığı, zorluklarla dolu süreçlerden geçmiş olabilirsiniz. Bu durum sadece bireyler için değil, ülke ekonomisi, coğrafyalar ve hatta dünya için de geçerli olabilecek bir şeydir. Bu dalgalanmaların fiziksel, matematiksel ve siyasi nedenlerini uzmanlardan dinlemişsinizdir. Peki burada asıl nedenler görünenler midir yoksa bu görünen nedenlerin ardında ekonomik dalgalanmaları etkileyen başka sebepler de olabilir mi? Birçok dini inanış ve öğretiye baktığınızda, her şeyin insanın hayrına olduğu bilgisiyle karşılaşabilirsiniz. 'Bir yaprak bile onun izni olmadan kımıldamaz' denir. Böyle olunca da akla şu soru gelebilir: Ekonomik krizlerin sizin hayrınıza olan tarafı ne olabilir? Doların iniş çıkışı, altın fiyatlarının yükselmesi, borçlar ve alacaklar gibi durumların size faydası ne olabilir? Kimileriniz parayla ilgili bolluk dönemlerinde, bu rahatlığa fazlasıyla alışıp, sahip olduklarınızı sadece kendinizden bilmiş olabilirsiniz. Sunulan hizmetlerden ötürü şımarmış, paranın konfor imkanlarını sahiplenmiş olabilirsiniz. Bu durumda varlığınız ve ruhunuz size şunu söyleyecektir: 'Sahiplendiğin şeylerin bir kısmı senden alınarak, dünyaya olan bağımlılığın ve yapıştığın tarafların tedavi edilecek.' Böylelikle para kazanma yolları için yaşayan, maddiyatı hayatın tek gerçeği olarak görenler, inançlarını pekiştirecekler. Çünkü inandığınız şey, sizin gerçeğiniz hâline gelir. Birçoğunuzun atalarından gelen 'yokluk bilinci' olabilir. Savaş görmüş anneanneler, dedeler, onların yaşadığı kaybetme korkuları ve yokluk endişeleri size de aktarılmış olabilir. Bir şeyi kaybetme korkusu, 'yok olursa ne olur' korkusu silinemediğinde tekrarlanır ve şuurlanana kadar da bu döngüden çıkılamayabilir. Yoksulluk dediğiniz şey, sadece maddi imkanlarla sınırlı değildir. Bir kişi maddi olarak bolluk içinde yaşarken, zaman, sağlık, huzur veya maneviyat açısından yoksunluk hissediyor olabilir ama her bir tanesinin altında aslında yoksulluk bilinci mevcuttur. Eğer bir şeyi kaybetme korkusu taşıyorsanız ve böyle bir sisteme, Yaradan’ın yarattığı bu mükemmel düzenin ahengine güvenmiyorsanız, bu korkular güvenmediğiniz hâliyle size sunulacak ve bunun da kader yansımaları görülecektir. Diyelim ki hayatta size emanet edilen şeylere, ister bir mülk, ister bir ilişki, isterse bir çocuk olsun, fazlasıyla bağlanıp ona yapıştınız ve o yapışma hâli o denli fazla oldu ki onları kendinizle özdeşleştirdiniz. Böylelikle bu bağımlılık bir sınav hâline gelebilir ve 'Bu benim, bunu ben yaptım' dediğinizde size şu mesajı verilir: 'Gel bakalım, gerçekten öyle mi?' Bu süreçte, sahip olduklarınızı kaybedebilir, bu kayıplar aracılığıyla bağımlılıklarınızı fark edebilirsiniz. Geçmişteki bağımlılıklarınız, bazen aşırı minnet duyguları yaratmış olabilir. Eğer birine, örneğin bir anneye, babaya veya bir arkadaşınıza aşırı minnet duyuyorsanız ve bu minneti Allah’tan değil de kuldan biliyorsanız, bu durum da maddi kazalarla sonuçlara sebep olabilir. Aynı şekilde, otoriteye veya babaya isyan edenler, devletle ilgili sorunlar, vergiler veya mahkemeler gibi durumlarla karşılaşırlar. Tüm bu ekonomik sorunlar gibi görünen olaylar, aslında tepemizdeki bir bulut misalidir; bir tesir, bir enerjidir. Ekonomiyi bir sorun olarak görürken, bir başkası aynı enerjiyi sağlık, huzur veya ilişkilerinde bir sorun olarak deneyimliyor olabilir. Tüm bu olaylar, sizi uyandırmak ve şuurlandırmak için varlığınızın çağırdığı sebeplerdir. Ismarladığı an’ı ve sebebi hatırlayanlar, bu olayla karşılaştığı esnada hatta daha öncesinde uyanabilir. Çağımız; dünyanın her geçen gün daha da ısıtılarak maddiyat, dünyaya, paraya; sadece maddi imkanların güç olarak zannedildiği eylemlerinden bizi korumak veya bu alanda uyarmak için ısıtılmaktadır. Bu dünya kazanını zorla eliyle tutmaya çalışanlar eninde sonunda bırakmak durumunda olurlar. Sahiplenilen ne varsa, benim diye yapışılan ne varsa bunları bıraktırmak üzere çok hızlı bir dönem başlamıştır. Bu; çeşitli ekonomik krizler, doğa ve sosyal olaylarla dünyanın çeşitli yerlerinde günbegün artarak ilerlemeye devam edecektir. Sağlam bir kayaya basıyorsanız, hayata güveniyorsanız, güvendiğiniz kadar güvenilecek alanların ve enerji sistemlerinin içinde olursunuz. Ne kadar şüphe duyuyor, ne kadar endişeleniyor, bu hayatta bir koruyucunuz yokmuş gibi 'ne olacağız' zannına giriyorsanız o kadar zemininiz kaypaklaşır. Bugün dünyada ekonomik zorluklar veya sıkıntı zannedilen durumlarda görünenin ardını görebileceğimiz güzel, şuurlu, farkındalıklı günlerimiz olsun. Her birimiz bu görünenin ardını görelim ve kolaylıkların ve güzelliklerin bizi nasıl sarıp sarmalayıp kucaklayacağına şahit olalım. Sevgilerimle, Hoşça kalın   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56710/ekonomik-krizler-ve-ruhsal-farkindalik-bolluk-ve-bereketin-gizli-mesajlari
Kendini Tanıma Yolculuğu: Ayna Olmanın Derin Anlamı

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kendini Tanıma Yolculuğu: Ayna Olmanın Derin Anlamı

on Ağu 09 2025
  Bir ayna karşısına geçip kendinize bakmak, sadece fiziksel bir görüntü değil, aynı zamanda kişisel gelişim ve öz farkındalık yolculuğudur. Bir aynanın karşısına geçip kendinize baktığınızda bir bölgeniz ne tarafta ise aynada ters tarafını görürsünüz, yani soldan baktığınızı sağınızda, sağdan baktığınızı solunuzda görürsünüz ama o gördüğünüz, size sizi anlatan şeydir. Zihininiz burada şöyle bir oyun oynayabilir: ‘’Bu seyrettiklerimin benimle bir alakası yok.’’ Çünkü hayatla, bedenle, kendinizle bağlantıya geçmeyip geçmişi görmezden gelmek istiyordur. Kendini tanıma ve içsel huzur arayışı, bu noktada devreye girer. Bir yasa vardır ki her birimizin seyrettiği hayat, sadece ona kendini anlatır. ‘’Bu hayat bana ait değil; bu ülke, bu anne-baba bana ait değil.’’ diye itiraz edilebilir. Bunu söyleyen taraf, görmek istemeyen taraftır ve aslında her birimiz için bunun matematik tablosu yapılabilir. “Bu anneyi, bu babayı tesadüfen mi seçmiş veya anne babayla, hayatla, o akrabayla tesadüfen mi buluşmuş; o sperm ve yumurta ile hiç alakası olmadan birdenbire mi gelmiş?’’ Bir bakarız ki tam da ihtiyacı olan anne babayla buluşulmuştur. Mevcut babayı çıkarıp yerine çok idealize edilen bir babayı koyduğumuzda ise görürüz ki, kişi böyle bir hâlden hiç memnun değildir. Zihin bunu ilk başta fark etmeyebilir ama buna benzer pek çok örnek vardır ve bizler ihtiyaçlarımızı sadece bedensel olarak gördüğümüzde burada takılıp kalabiliyoruz. Oysa her şey bir bütündür; bu hayat da, enkarnasyonlar da, kâinat da...  Hayat sadece geçmişten geleceğe yaratılan değildir; aynı zamanda gelecekte yaşanacak bir hâl ve bilgi için de geçmiş yaratılır.   Sevgilerimle Hoşça kalın…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56709/kendini-tanima-yolculugu-ayna-olmanin-derin-anlami
Dışarıdan Değişim, İçeriden Farkındalık: Estetik Müdahalelerin Hayatımıza Etkisi

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Dışarıdan Değişim, İçeriden Farkındalık: Estetik Müdahalelerin Hayatımıza Etkisi

on Ağu 08 2025
  Yüzümüz için kalbimizin bir aynası der isek yüzümüzde yapılan herhangi bir estetik müdahale bedenimizde, duygularımızda ve kalbimizde neleri değiştirir? Alnınızda kırışıklıkların olduğunu düşünelim, bundan hoşlanmadınız ve bir müdahalede bulunarak kırışıklıklarınızı yok ettiniz. Peki ya o kırışıklıkları kazanmak için neler yaşadığınız ve neler öğrendiğiniz… Bir müdahale ile bir kırışıklığı, bir noktayı sildiğiniz zaman orada öğrendiklerinizi ve o değerli hatıralarınızı da silmiş olursunuz; bazen bir kırışık, bazen bir noktacık olsun onlar aracılığı ile birçok kıymetli tekâmül bilgisine kavuşmuşsunuzdur. Vücudun herhangi bir bölgesine bir müdahalede bulunmak; aynı zamanda birçok alana dokunarak, onların değişimine sebep olabilmektedir. Mesela alındaki kırışıklıklara müdahalede bulunmak, bir konuya odaklanamamaya, yoğunlaşamamaya sebep olabilir. Kaz ayakları denilen göz çevresindeki bölgeye yapılacak bir müdahale ve o bölgedeki çizgilerin yok edilmesi; oradaki öğrenilenlerin de silinmesine neden olabilir. Vücuttaki yağlar, bulunduğu alanla bağlantılı olarak geçmişte yaşanılan bir olay ya da duygudan veya bir hâlden korumaktadır. Örneğin, karın altı bölgesi anneyi, geçmişi temsil ettiğinden, bu bölgedeki yağlar da bu alanlarda duyulan öfkeyi gösterip ilgili olay ve duygulardan korumak için oradadır. Basen bölgesindeki yağlar ise babayı, geleceği temsil etmekte olup buradaki yağların sebebi; babaya, erkeğe, geleceğe duyulan öfkelerdir. Hangi alanda bir problem varsa, o alanın içinde bize gösterilmek istenen bir bilgi vardır.  Bu bölgeler inceltilebilir ya da estetik kaygılarla operasyonlar yapılabilir ancak bize olan bilgisini- mesajını almadığımız, oradaki frekansı fark edip dönüştürmediğimiz müddetçe, yapılacak müdahalelerle dışarıdan bir değişim olsa da içeride var olan öfke, kızgınlık enerjisi ve frekanslar yok olmayacak, hayattaki başka alanlara arttırılmış olarak kayabilecektir. Dövme, saç boyama, saç ekimi ya da sakal modeli değişikliği olsun, her türlü estetik operasyonlar için müdahalelerin tümünde içeride ve dışarıda değişen bir şey vardır.  Parça bütüne ait olduğundan, vücudumuza da yapacağımız dışarıdan küçük görünen bir müdahale hayatımız içinde birçok şeyi değiştirerek o alandaki kaderimizi değiştirebilir. Peki, bunun sorumluluğunu almaya hazır mıyız?  Fark edelim, öğrenelim ve idrâk edelim. Kendimizi tanıyarak, hangi müdahalenin neye sebep olacağının farkına vararak ihtiyacımıza göre adımlar atalım.    Sevgilerimle Hoşça kalın…   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56708/disaridan-degisim-iceriden-farkindalik-estetik-mudahalelerin-hayatimiza-etkisi
Hayatın Dönüşüm Yasaları ve Denge: Kâinatın Dengesi Nasıl İşler?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Hayatın Dönüşüm Yasaları ve Denge: Kâinatın Dengesi Nasıl İşler?

on Ağu 08 2025
  Kâinatın doğal denge yasasını öğrendiğimiz andan itibaren hayatımız dönüşüp, bambaşka bir hâle geçebilir.  Birçoğumuz hayatımızda bozulan dengelerin düzelmesini yani bir sistemin, kuralın ya da ayarın dengelensini talep edip, dengede olmak istemiş olabiliriz. Oysaki kâinat öyle bir sistemle çalışmaktadır ki bu sistem içerisinde denge, her an kendiliğinden kurulur. Herhangi bir hâl ve durumda attığımız her türlü adım, dengelenmek üzere denge kanununun o alandaki karşılığıyla anbean buluşturulmaktadır.  Denge kanunu nasıl çalışır ve bizler bunu günlük hayatımızda nasıl seyrederiz?    Eril-dişil prensiplerle ilgili evrensel mekanizmaya ve tamamlanma kanununa göre; hayat içerisinde hangi alana adım atıyorsak, o adım attığımız alan diğer kutbu ile eşleşir ve biz bu eşleştirme ile tamamlanırız. Hayatımızda herhangi bir konuya fazla ya da az yer veriyorsak, diğer tarafın tamamlayıcı sistem ile bir denge kurulmaktadır. Bu yasa; bize hayatın içerisinde pozitif-negatif, yin-yang, Rahman-Rahim enerjileriyle her an hatırlatılır ve bildirilir. Dualite gibi görülen ikiliğin bir hâlinin her an dengede olma sistemi anbean çalışmakta ve tam da bu sebeple anda dengeyi sağlayan bir sistem söz konusudur. Bu yasa, hayatımızdaki fazlalıkları, aşırılıkları görüp bunları ortaya çıkararak, faydamıza kullanmamız için bize yardımcı olan bir yasadır ve bizler, bu yasayı ne kadar derinlemesine bilirsek hayatımızı da o denli ortalayabilir, merkezileştirebilir, dengeleyebiliriz.  Denge; hayat içerisinde herhangi bir alana fazla yüklenildiğinde, mesela çok fazla almaya gidildiğinde bir şeyi mutlaka verip bırakabilmek üzere bir denge kanunu çalışır yani sistem içerisinde hayatın ve hayatın içindeki her şeyin tümü dengededir. Şunu söyleyebilirsiniz: Bu denge denilen şey benim dengemi bozuyorsa da mı dengedeyim? Evet, bir seçim yaptığımızda, o seçim yaptığımız alanın hayat içerisindeki tamamlanmış hâli bizim asıl gerçek dengemizdir. Aşırı dağınık bir insan aşırı titiz bir insanla buluşması, ince alanlarda aşırıya giden bir insanın hayatın içerisinde kabalıklarla buluşması bir denge kanunudur.  İçeride ne kadar tamamlanır, iç dengemizi muhafaza edebilir, fazlalıklardan ve aşırılıklardan uzaklaşarak içeride -tam da olduğumuz yerde- özümüzle buluşabilecek bir denge hâlini kurabilirsek, dışarıdan her an bizi dengelemek üzere çalışan tamamlayıcı yasalar noktasında da o denli korunabilir, özgürleşebiliriz.  Bizler, bir tarafa gittiğimizde, diğer tarafı çağırmak üzere şekillenen denge yasasını ne kadar fark edersek hayatın dönüşüm yasalarını da o oranda çalıştırıp kullanmaya başlamış oluruz.  Dünyanın dönmesindeki gibi; biz bilsek de bilmesek de denge yasası her zaman yerli yerindedir ve bizler bu yasayı fark ettiğimiz kadar dönüşme hakkına sahibizdir.    Sevgilerimle Hoşça kalın.        Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56706/hayatin-donusum-yasalari-ve-denge-kainatin-dengesi-nasil-isler
Kâinat İnterneti: İnsan Bedeninin Evrenle Bağlantısı Nasıl Kurulur?

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Kâinat İnterneti: İnsan Bedeninin Evrenle Bağlantısı Nasıl Kurulur?

on Ağu 08 2025
İnsan bedeni çok yüksek teknolojiyle üretilmiş bir internettir diyebiliriz. Bir kompüter olarak evrenin ve kâinatın çeşitli seviyeleri ve katmanlarıyla temasa geçebilecek çok yüksek teknolojik bir sistemdir.  Çeşitli hormonları, salgı bezleri ve salgıladığı enzim veya kimyasallarla insan, bunu yapabilecek çok özel bir donanıma sahiptir. Bir takım ibadetlerle, meditatif çalışmalarla, şeklî bazı hareketlerle bu enerji frekansı yükseltilebilir; odaklanma, besin, koku, duman veya otlarla bazı kimyasallar salgılanabilir ve çeşitli derecelerden bağlantı sistemleri kurulabilir. Bunlar kimi zaman sezgisel bir farkındalıkla, bedenin tamamen gevşediği meditatif bir hâlde veyahut bir transın kademelerinden olabilir.  Şairlikle gelen ilhamlarda, evliya ve dervişlerin aktarımlarında, peygamberlerin vahiylerinde bu mekanizma ve sistem kurulur ve kâinatın çeşitli dereceleriyle, katmanlarıyla, bilgi frekanslarıyla; bu bedendeki bir sistem vasıtası ile temasa geçilir.  Her birimiz hayatın içerisinde bu sistemi farklı şekillerde kullanmaktayız. Bir şeyi sezmek, bir şeyi fark etmek istediğimizde beynimizdeki başta epifiz bezi, hipofiz bezi, tiroid bezi olmak üzere çeşitli hormonları kullanarak bu odaklanmaları yapabiliriz. Geçmişte bunu arttırmak için bazı tarikatlarda çeşitli bitkiler ve otlar kullanılmakta iken ise bugün ise kimi sanatçılar da bir resimde ya da bir film senaryosunda sanatsal ilhamlarını arttırabilmek üzere yine çeşitli yardımcı elemanlar kullanabilmektedir.  Bu sistem dışsal takviyelerle arttırılabilir, evet ama asıl istenilen, doğru ve güzel olan; bizim kendi varlığımızı tanıyarak kendi bedenimiz içerisinde bu kapıları şuurlu bir şekilde açabilecek hâlde olmamızdır. Nereyle nasıl bağlantı kuracaksak, bu bağlantının içsel taleplerini doğru oluşturabilecek ibadet veya meditatif çalışmalarla, nefes ve hareketli meditasyon çalışmalarıyla, hareketli çalışmalarla kendimizi doğru bir şekilde eğitmemiz mümkündür.  Bazı kişilerin doğuştan geleceği hissetmek ile, bunu yaşayabilme ile ilgili yeteneği olabilir. Kimisi yeteneğini falcılık olarak kullanıp sadece gelecekle ilgili bazı aktarımlar yaparak bu yeteneğini sergilerken kimi insanlar da bunu gerçekten bir vazife olarak görüp insanlara belli bir bilginin, bir tesirin, bir enerjinin aktarımı için kullanabilir. Her birimiz, bu yeteneklerle, bu bedenin içerisinde iken de varlığımızla, özümüzle, kâinattaki çeşitli sistemlerle irtibata geçebiliriz. Seviyemiz, titreşimimiz, meşgul olduğumuz alanlar neyse kâinatın o alanlarıyla irtibata geçeriz. Oturduğumuz apartmanda belli komşularımız, o komşularla belli bir alışverişimiz, selamlaşmalarımızda; iş yerimizdeki arkadaşlarımız ilişkimizde; okuduğumuz okuldaki arkadaşlarımız, dostluklarımızda olduuğu gibi belli bir frekansın içerisinde de belli kişilerle iletişime geçeriz; bu ruhsal sistemde de böyledir. Kendisiyle ilgili çok fazla sorunu olan, hayattan aşırı derecede beklentisi olan, bencilce istekleri ve talepleri olanlar, bunların yerine getirilmesi için bazı daha alt ve geri sistemlerle bir araya gelebilirler. Egosu yüksek olanlar ve sadece bencilce kendi çıkarları için, kendilerini göstermek ya da nefisleriyle ilgili bazı alanlarda çalışma isteği içerisinde olanlar, ruhsal deneyim çalışmalarında çok alt ve geri frekanslarla bağlantılar kurarak obsesif olabilir veya bir enerji tasallutu altına girebilirler. Bu kişiler öncelikle ego ve benlikleriyle ilgili durumları iyileştirmeli, bundan sonra bu tür çalışmalar yapmalıdır. Kendimize gerçekten güvenip, sistemi fark etmiş olarak, gerçekten bütünün hayrına bir şeyler yapmak istediğimizde ise göğün bambaşka kapıları bizlere açılmaya başlar ve çok daha kaliteli ilhamlar almaya başlarız; varlığımızın çok farklı katman ve seviyelerinde bilgi akışları başlar. Herhangi bir soru sorduğumuzda sadece madde üzerine değil, madde ötesi alemlerde dahi sorularımız cevaplanır ve ilham almaya başlarız.  Bugün bilimsel deneyler olarak da yapılabildiği üzere bedenimiz buradayken kâinatın çeşitli kat ve katmanlarında seyahat edebiliriz. Çeşitli meditasyon esnalarında beyne bağlanan ölçüm cihazlarıyla o anki beyindeki elektrik frekansları ölçülmekte; ne kadar mutlu, ne kadar mutsuz, ne kadar derinleşilmiş, beyinde ne kadar çeşitli hormonlar salgılanıyor; bunların her biri tespit edilebilmekte ve aslında o andaki bağlantının aşamaları dahi teknolojik olarak neredeyse görülebilmektedir. Bu ruhsal bağlantıların tarihte birçok örneği mevcuttur. Örneğin, Mevlânâ aktardığı ifadeleri kendisinin de öğrenmek istediğini ifade ederek, “Bu benden çıkanı ne olur yazın da ben de okuyayım, ben de öğreneyim.” der. Birçok peygamberde de durum bu şekildedir. Ümmîlik yani aktardığını, söylediğini bilmeme hâli, o anda kâinatın dili olarak kâinatın dillendirilmesi, bedenin bir radyo gibi aktarım cihazı olma hâli vardır.  Burada yapacağımız ve kolayca fark edeceğimiz şey şudur: Evet, kâinatın bir internet ağı vardır ve bizler bu internet ağına bağlanabiliriz. Seviyemiz ve frekansımız ne ise bu frekans ölçüsünde çeşitli bilgilerle irtibata geçebilir, kâinattan beslenebiliriz. Bilgiyle, tesirle, enerjiyle beslenerek buradaki bilgileri hayatımıza geçirebiliriz. Göğün kapısı her birimiz için her an açıktır; yeter ki niyetimizi ve frekansımızı doğru oluşturalım.  Sevgilerimle Hoşça kalın.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56705/kainat-interneti-insan-bedeninin-evrenle-baglantisi-nasil-kurulur
Küçümsemek ve Kibretmekten "Bir" Görmeye...

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Küçümsemek ve Kibretmekten "Bir" Görmeye...

on Ağu 08 2025
  Bir insanı, bir şeyi gözünde çok büyüten; başka şeyleri de gözünde çok küçültüyor, küçümsüyor demektir. Küçümsenenler; aslında kendisine kibredilen, yukarıdan ve tepeden bakılanlardır ve aşağı doğru, küçümseyici ve kibirli bir bakış açısı ile  bakanlar, birilerini de gözünde üst düzey kompleks ile büyüterek bakmak durumunda olurlar. Sistem, yaratılanlar olarak her birimizi eşit görür. Nasıl ki Yaratan'dan ötürü yaratılanı seviyorsak Yaratan'ın birliğinden ötürü de yaratılanın birliği ve eşitliği vardır. Her birimiz, bedende bir hücrenin çoğalarak trilyonlarca hücreye dönüşümünden ibaretiz. Bedenimizde bir hücremiz çoğalarak tüm diğer hücreleri meydana getirir ve organlarımızın tümünü de bu bir hücrenin içerisindeki genetik bilgi oluşturmuştur. Çeşitlilik arttıkça bizler seçimler yapmaya ve kendi organlarımızı başkasından ayırmaya ya da bir organımızı diğerinden üstün görmeye başlayabiliriz. Oysaki her bir organımızın bir görevi, bir programı ve işlevi vardır. Organlarda olduğu gibi sistem içerisinde her bir insanın bu dünyaya bir gelme nedeni, bir vazifesi, hayat amacı ve programı mevcuttur. Her birimiz bize özel programı, kaderimizi gerçekleştirmek için buradayız ve bunu yaparken de Bir’in karşısında her birimiz birizdir; eşit ve değerliyizdir. Buradaki birlik, herhangi birinin daha şuurlu veya daha şuursuz olması; daha ilerlemiş ya da geride kalmış oluşu ile değil; varlığın birliği iledir. Her birimizin dünya okulunda talebe olarak, talep eden olarak bir talebe birliğimiz, birlik bilincimiz vardır. Gözlerimiz iyi görürken kulağımız az duyuyor diye ‘o hâlde kulak da kalsın’ demez, ‘o kulak benim kulağım’ diyerek kulağımızın da daha iyi duyabilmesi, daha sağlıklı olabilmesi için çaba gösteririz. Önemsenmeyen, kenara koyulan organ biraz can acıtabilir. Örneğin sigara ile, kirli hava ile akciğerlere yüklenilerek akciğer sağlığı görmezden gelindiğinde onlar da görünebilmek için bazı eylemlerde bulunabilir. Bizler bu birliğin içerisinde, olanların tümünü, insanların tümünü kucaklamak ve bir görmek durumundayız. Bu durumda şu sorulabilir: Bir kişi bir şeyleri fark ve idrâk edip uyandıysa, farkındalığa ulaştıysa bu kişiyi daha çok önemsemeyelim mi? Her birimiz, birbirimize, varlığımıza ve ruhumuza zaten saygı duymak, saygı göstermek durumundayız ve elbette ki önemseriz ama birini çok önemsemek, başkalarını küçümsemeyi de beraberinde getirir. Birini küçümsemek ise varlığın birliği ilkesine karşı gelmektir. Oysaki bu dünyada her birey kişisel misyonunu, varlığının vazifesini yapmaktadır. Kâinatın sonsuz ilerleyişinin içerisinde her birimizin bir sürü görevleri vardır. Her birimiz sonsuz varlıklar olarak sonsuz evrenlerde, gezegenlerde ve dünyalarda doğmuş olan, doğacak olan varlıklarız ve bizden milyonlarca yıl daha ötedekiler dahi bizi küçümsemezken bizim kendimizi başkalarından daha yüksek gören taraflarımızdan sakınmamız çok önemlidir çünkü küçümseme hâli kişiyi bir taraftan kibre, bir taraftan da aşağılık duygusu ve komplekslere götürebilir. Aşağılık duygusuna girenlerin birçoğu, kendilerini yetersiz ve değersiz hissettikleri için zamanı, bedeni, hayatı, sağlığı, bilgiyi ve ruhu saçan ve saçmalayanlar olabilirler. Bizlerin birliği, birlik bilincini kabul edebilmemiz -aşağıda ya da yukarıda görmekten uzak- her bir tanesini bizimle aynı platformda kabul etmemiz çok önemlidir. Var olmanın kıymetini, varoluşun anlamını bilen biri, herhangi bir canlıyı, herhangi bir eşyayı aşağıda görmekten uzak durur, çünkü bu tekâmül dünyasının içerisinde her bir nesne, her bir atom, her bir zerre ve eşya, tekâmülün bir parçasıdır ve bizler çok yukarılardan çok aşağılara olan her bir şeyle -bizimle selamlaştıkları gibi- selamlaşırız. Sizin bir kişiyi aşağıdan geliyor diye zorla yukarıya çekmediğiniz gibi sizi de birisi istemeye istemeye bulunduğunuz yerden daha yukarı çekmez ama talep edenler, bir üste çıkabilmek üzere her türlü yardımı ve desteği almayı hak ederler ve güzel bir şekilde kullandığı takdirde bu şansı, kişinin kısmetine, eylemine dönüşebilir. Birlik olalım, birlik bilinci içinde olalım ve bir görmeyi bir daha düşünelim. Farkındalık, bilinç ve algılama içerisinde, ikiyi; aşağıyı-yukarıyı, sağı-solu, farklılık ve karşıtlık gibi görülen tüm durumları eşit, dengede ve bir görelim, bir olalım.    Sevgilerimle. Hoşça kalın.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56704/kucumsemek-ve-kibretmekten-quot-bir-quot-gormeye
Suçlama ve Eleştiri Döngüsünden Özgürleşmenin Yolu: İçsel Huzur

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Suçlama ve Eleştiri Döngüsünden Özgürleşmenin Yolu: İçsel Huzur

on Ağu 08 2025
  Dışarıyı suçlayan bir kişi, bilelim ki kendi iç huzurunu bulmak konusunda zorlanıyor kendini çok suçlu hissediyor; bu suçluluk duygusu sebebiyle de karşısındakine kendini suçlu hissettirmeye çalışıyordur. Sürekli eleştiren, etrafındakileri suçlayan, bol bol eleştiri yağmurlarına tutan bir kişi, bir gün şunu sorabilir: “Neden ben bu kadar çok eleştiriyorum, bir şeyleri kabahat olarak görüyorum ve neden hep eleştirilecek şeyleri görüyorum?” Bu kişi, kendisinden ve başkalarından gizlemek istediği, şuuraltında ise içten içe fark ettiği kendi eksikliklerini gizleyebilmek için sürekli dışarıyı eleştirir; dışarıda kabahat olarak gördüğü tarafları ön plana çıkarmaya çalışıyordur. Her birimizde buna benzer davranış kodları olabilir. Bizler, çevremizdeki insanları hem okumak, hem onları fark etmek hem de kendimizde dışarıyı suçlamayla ilgili alanlar varsa bunları okumak ve farkındalıkla dönüştürmek için bu bilgiyi güzel bir şekilde kullanabiliriz. Bazı insanlar vardır; eşi, çocuğu, bir yakını ölmüştür, üzerinden yıllar geçmiştir ama hâlâ onları suçlamaya devam ediyordur. Kendisine kötülük yaptığını düşündüğü bir insanı, yaşadığı ülkesini, doğayı hatta hükümet veya devletini, devletleri sürekli olarak suçluyor ve suçlamak için bir gerekçe buluyordur. O kişi için dünya sadece kötü ve olumsuzluklarla doludur ve kişi bunu hak etmediğini dışarıya göstermeye çalışıyordur. “Ben o kadar iyiyim, o kadar üstünüm ki aslında bu sistemi, bu sistemin bana verdiklerini hak etmiyorum, çok daha iyilerine layığım.” demeye çalışıyordur ama şuuraltı için durum öyle değildir. Bu durumu kendimizde fark ettiğimizde şunu yapabiliriz:  'Mademki suçluyorum, o zaman içeride benim bir suçluluk hissim var; kendimi suçlamayı bırakabilir miyim, kendimi suçlu hissettiğim yeri iyileştirebilir miyim, eksiklik olarak gördüğüm hâli, durumu kucaklayıp kabul edebilir miyim?' Kendimizi kabul edip kucaklayabildiğimizce dışarıyı da kucaklayıp kabul ederiz. Dışarıya, dış dünyaya itirazı olanın içeride kendine itirazı vardır. Kendiyle sorunu olanın dışarıda da başkalarıyla sorunu vardır. Kendiyle sorunlarını çözen için dışarıda eleştirdiği şeyler ortadan kalkar. Bizler bu topraklarda kucaklama ve kucaklanma ifadeleriyle büyüdük. Kullandığımız kelimelerin, yaşanmışlıkların içerisinde aslında sevgi dolu bir kabul vardır; ayırma değil tam tersine birleştiricilik vardır. Her birimiz çeşitli konulara bambaşka şekillerde bakarız ve bu farklı bakış açıları, farklı şekillerde görebilmek ve algılayabilmek; aslında bizim zenginliğimizdir. Bununla beraber de tüm doğruların birleştiği bir hakikat vardır. Yollar farklı farklı görülse de aslında her birimizin gönlünün aradığı şey kendimizizdir. Yaratılanı Yaradan’dan ötürü hoş gördükçe, kucakladıkça kucaklanırız; severiz, seviliriz. Sevildiğimizi bildikçe sevinebiliriz. Her birimiz, birbirimize enerji kanallarıyla, gönüllerle bağlıyız ve birbirimize birbirimizi yansıtmak için varız. Seyrettiklerimiz, yansımalarımız, en yakın ve en uzakta olanlarımızın her bir tanesi; bu hayatta bize kendimizi anlatır ve dünyada olan her bir şeyden her birimizin bir payı vardır. Hiçbirimiz hiçbir şeyden hariç, sorumluluktan muaf değiliz ve olan her şeyin sorumluluğu her birimizdedir. Olana dua edebilir, gelene şükredebilir, daha iyiye gidebilmek için çalışabilir, emek verebiliriz.   Sevgiyle kucaklamak ve kucaklanmak niyetiyle. Hoşça kalın   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56703/suclama-ve-elestiri-dongusunden-ozgurlesmenin-yolu-icsel-huzur
Hayata İçten Gülümseyerek Bakmanın Sırrı: Huzur ve Mutluluk İçin Adımlar

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Hayata İçten Gülümseyerek Bakmanın Sırrı: Huzur ve Mutluluk İçin Adımlar

on Ağu 08 2025
  Kimi insanlar şunu söyleyebilirler: “Güldüğümüzde bizi çok yumuşak, çok iyi görüp suistimal edebilirler, öyleyse kaşlarımızı çatalım, sert duralım ki çevremizdeki insanlar da bizi az kullansınlar.” Böyle olunca sokaklarda birçok kızgın, sert, kaşlarını çatan katı insanlar görünüyor. Kişi dışarıda bunları yaptığı andan itibaren içeride epey bir oranda hormon ve sistemler harekete geçiyor ve kişinin rol yaptığı, -mış gibi yaptığı durum, iç organlarına, hayatına, karakterine ve iç huzuruna yansıyor. İçerideki gülümsemeyi devam ettiren, kalpleriyle gülümseyen kişilerin ise gözleri gülmeye devam ediyor; gözlerinin içindeki ışık daha parlak, daha canlı olarak hayata gülerek, gerçek bir gülümseme ile bakabiliyor. İçerideki gülümsemeyi devam ettiren, kalpleriyle gülümseyen kişilerin ise gözleri gülmeye devam ediyor; gözlerinin içindeki ışık daha parlak, daha canlı olarak hayata gerçekten bir gülümseme ile bakabiliyor. Peki bir insan hayata, dünyaya, çevresine nasıl gülümseyerek bakabilir ve nasıl içsel gülümseyebilir? Öncelikle olanın, hayatın, yaşamın gerçekten ne kadar güzel ve ne kadar mükemmel olduğunu görebilmek aslolandır. İçsel mutluluk dolu bir gülümseme; bıyık altından gülmek değil, hayatın bir taraftan ciddi bir taraftan da şakacılığıyla ne kadar güzel bir film olduğunu görerek ona gülümseyebilmektir. Hayata nasıl bakıyorsak, ona nasıl akıyorsak bize baktığımız gibi bakan bir kâinat var. Gerçekten bizden yansıyanı bize yansıtıyorsa ve biz olaylara ve hayata içeriden bir gülümseme yolluyorsak eşya da, doğa da, hayat da bize gülümser hatta gülümserken selam verir. Bu, bazen hayvanlar, bazen çiçekler, bazen de ağaçlar ile olabilir. O ağacın orada olduğunu fark edip ona gülümsediğimizde ağaç da bizi fark eder. Herhangi bir canlı hatta kristaller ve birçok mekanik zannedilen maddî şeyler dahi sevginin yansıması olan içeriden bir gülümseme yollandığında der ki; mademki hayat ve kâinat bir ayna, o hâlde ben de ona ondan aldığımı yansıtayım. Şu an biz ne ile buluşmayı, bize neyin yansımasını ve neyin sunulmasını istiyoruz? Tabii ki yansıttıklarımız, yaşadıklarımız bize sunulacaktır ve kullandığımız ifadeler, duygu ve düşünceler, kılık kıyafetler; kendimize verdiğimiz her türlü özen birer yansıtmadır. Bir yansıtma daha vardır ki bu, kalbimizin dışarıya vurumu olan gözlerimizdir. Dudaklarımızdaki tebessümü gözlerimizin içerisine yansıtıyorsak, gözlerimizin içerisini o güzellikle güldürebiliyorsak, gözlerimiz neşe ile bakarken kalbimizdeki sevgiyi ‘Selam’ diye, dışarısı dediğimiz âleme yansıtabiliyorsak bizim buluşacağımız hâl ve durum gülümseme olur. Olumsuz bir hâl ve durumla yaklaşan, art niyeti olan bir insan dahi olsa kalbimizdeki o sevgiyi, o güzeli, güzelliği gözlerimizin içerisinden görecek ve o yansıttığımız sevgi ile onun içindeki sevgiye akacağız ve o kişinin davranışı ya da ezberi farklı şekillerde olsa dahi o da içeriden sevgiyi gönderecek; çünkü kalbin aynası gözlerdedir. Herhangi bir hayvana, bir canlıya, küçük bir insana şefkatle yaklaşırız, sevgiyle akarız değil mi? Onun gözlerinin içerisindeki kalbinden yansıyanı görürüz. Bir bebeğin gözlerine baktığımızda o ışıl ışıl yüreğindeki sevgiyi görürüz. Gülümsemeyi hayatımıza, yüzümüze, davranışlarımıza yansıtmak; bunu davranış olarak da daima göstermek demek değildir. Kendimizi korumamız gereken yerde koruyabiliriz, gözlerimizin içindeki ışıltı devam ederken bulunduğumuz yer, şekil ve ortamda kendi alanlarımızı muhafaza edebiliriz. Çeşitli insanlara göre bazen kulak çekip bazen sevgi ve şefkat sözcükleri ile davranabiliriz. Yaşadıklarımızın her biri birer gerçeklik, birer realitedir ve olanın içerisinde görünen her şey -güzel gibi görünmese dahi- aslında bir ihtiyaçtır. Bazen belki tatlı bir hüzün olur ama o hüznün ardında da yine bir bilgi, bir bilgelik vardır. Seyredilen bir rahatsız, bir hasta, bir kayıp olduğunda dahi o kaybedilenin arkasında bir bilgelik, fayda ve kazanç vardır. İşte bu ikisini aynı anda görmek orada hayatın içindeki oyunu fark etmektir. O oyunun içindeki senin kendi oyunu görmek, senin imzanı görmektir. O en dışarıya, uzağa koyduğumuz konu ve olayın içinde bile bir bakarız ki bir sözümüzün, bir hâlimizin, bir tesirimizin imzası vardır. Gülümseyerek bunu nerede, ne zaman yaptım, ne zaman çağırdım diyebiliriz. Evet, çağırmışızdır ve eğer çağırdıysak bir ihtiyacımız, bir faydamız vardır. Bizim o bütünsel varlığımız, bizi bizden daha iyi gören ve tanıyan tarafımız; onun altına bize bir ifade ile imza attırmıştır. Buna da gülümseriz; hayatın güzeline, güzelliğine gülümseriz. Bu bir secde hâlidir, diklenmeyi bırakarak onurlu bir şekilde secde etmektir. Bu secde, dışarıya eğilmek değil; kalbimizin önünde, gerçekten kalbimizden gelen sevgi ve şefkatle eğilebilmek, selamlayabilmek ve içimizdeki güzeli, güzelliği gülümseyerek hayatımızdaki yansımalara yansıtabilmektir. Gülümseyelim, gülelim, hayatımızda gülümseyenler çoğalsın.   Sevgilerimle Hoşça kalın.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56702/hayata-icten-gulumseyerek-bakmanin-sirri-huzur-ve-mutluluk-icin-adimlar
Talep Etme Sanatı: “OL” Demenin Yaratıcı Gücü

Ünal Güner | Ol An'ı okuyarak kendini ve hayatını iyileştir

Talep Etme Sanatı: “OL” Demenin Yaratıcı Gücü

on Ağu 08 2025
  Talep etme ile ilgili kimimiz bazen şöyle söyleyebilir: “Zaten Allah'ım beni bilir, duyar, işitir; benim herhangi bir şey söylememe, dua etmeme, dillendirmeme, talep etmeme ne gerek var? Zaten o ve ben bir’iz.” Bu söylemler doğru olmakla birlikte şu da vardır ki bir şeye ‘OL’ demeniz; yani bir emek kullanarak orada bir titreşim oluşturmanız icap etmektedir. Öncelikle bizim “OL”u nasıl söylediğimizi, nasıl gerçekleştirdiğimizi anlamamız önemlidir ki diğer sistemlere ve mekanizmalara adım adım ilerleyebilelim. Bizler olmayan, yaratılmamış herhangi bir şeyi düşünemez, herhangi bir şekilde yaratamayız; yaratılmışın içinde birleştirmeler ya da kombinasyonlar yapabiliriz. Mademki O’nun halifesi olarak burada bir ifade ile, bir titreşim ile yaratım yapıyoruz, öyleyse bu yetki, hepimizin her söylediğinde, her dillendirdiğinde anbean söz konusudur. Sizler normal bir konuşma gerçekleştirdiğinizi zannederken dahi aslında bu yeteneğinizi kullanmaya devam edersiniz; her an bir titreşim olur ve bu titreşim kâinat içerisinde müthiş bir biçimde yaratımlar yapmaya devam eder. Bugüne kadar inşa ettikleriniz, sizin bizzat kendi yaptığınız sanat eseriniz, hayat tablonuzdur ve sizin için en iyi, en doğru görüntü budur, resim budur. Olumsuz olarak zannettikleriniz dahi sizi buraya getirmek üzere size hizmet etmiştir. Burayı şu soru ile destekleyebiliriz: Bugüne kadar sonucundan memnun kalmadığınız olaylardan ne öğrendiniz ve neyi istemediğinizi nasıl öğrendiniz? Bir şeyi istemediğinizi deneyimlerinizle öğrenirsiniz. Dersiniz ki; “Ben şöyle bir olay yaşadım ve bu yaşadığım olayı aslında istemiyormuşum.” “Ben bu alanı istemiyormuşum.” “Bu evde oturmayı meğerse istemiyormuşum.” Ne istemediğimizi bilmek, -eğer oradan o dersimizi alabildiysek- bize ne isteyeceğimizi öğretir. İnsanların birçoğu ne isteyeceğini bilmez ve bunu öğrenmek için de ne istemeyeceğinin bilgisini alabilecek olayları hayatına çağırır. Şimdiye kadarki ifadelerinizin her biri aslında bir talep, bir şifa ve bir dönüşümü içerir. Geçmişteki taleplerinizi gördüğünüzde; yeniyi kabul edemediğiniz, içeri alamadığınız taraflarınıza bakarak fark edebilirsiniz. Oradaki karanlık noktalara şuurunuzun ışığını tutarak her birini anlayabilir, çözebilir ve farkındalık ile dönüştürebilirsiniz.   Sevgilerimle Hoşça kalın.   Kaynak: https://www.unalguner.com/d/56701/talep-etme-sanati-ol-demenin-yaratici-gucu